Acun Ilıcalı… Onu ilk olarak spor ve magazin programlarında muhabir olarak gördük. Sonra bir de baktık ki eline mikrofonu almış dünyayı turluyor. O ülke senin bu ülke benim firar edip duruyor. Ama bir süre sonra firardan yorulmuş olacak ki Fear Factor ve Survivor gibi “yerleşik” programlarla ulaşmaya başladı bizlere. Zaman içinde aşinalığı ilerletmiş tanıdık bir ekran yüzü oldu. Ancak asıl çıkışını “Var Mısın Yok Musun” programıyla yaptı kuşkusuz. Hafta içi her gün mavi kutularıyla heyecan fırtınası yaratan program reyting listesinin de zirvesine kuruldu. Ancak her şey yolunda giderken ve “Var Mısın Yok Musun” reyting listesinin zirvesindeki yerini korurken Acun Ilıcalı Türk TV tarihinde belki de hiç görülmemiş bir kararla reyting şampiyonu programa noktayı koydu. Sonrasında yine yeni bir formata sahip Devler Ligi adlı programı yapmaya başladı.
Öyle görünüyor ki TV’nin parlayan yıldızı Acun Ilıcalı, Türk TV izleyicisinin beğeni kodlarını çoktan çözmüş. Ilıcalı yaptığı her yeni işte bir öncekini aşmayı her nasılsa başarıyor. İzleyici nazarında da pek az televizyon yıldızına nasip olacak bir beğeni ve itibara sahip… Peki, ama Ilıcalı muhabirlikten TV starlığına uzanan bu yolda ne yaptı da bu denli başarılı oldu. Acun Ilıcalı izleyicinin neyi izleyip izlemeyeceğini nasıl bu kadar isabetli kestirebiliyor? Bu ve buna benzer sorularımız çoğalınca biz de Acun Ilıcalı’yı aldık karşımıza ve sorularımız bir bir sorduk…
Kısa bir süre önceye kadar bir spor muhabiri olarak tanıdığımız Acun Ilıcalı şimdi TV’nin en önemli starlarından biri… Nasıl gerçekleşti bu?
Bu sürecin çok hızlı olduğunu düşünmüyorum. Belki zaman hızlı geçiyor olabilir. Sadece şu bir gerçek ki: her şey çok iyi gitti. Spor muhabirliğiyle başladım işe. Bu noktaya gelene kadar da hep adımlarımı tek tek attım. Kendimi bir gökdelenin tepesine merdivenlerle çıkmış gibi hissediyorum.
Nasıl bir süreç izlediniz?
Kesinlikle kendiliğinden gelişti. Bir kariyer planlaması yapmadım. Sadece bazı şeyleri hissettim ve hislerime güvendim. Tabii ki hayatın önemli virajlarında insanın bazı avantajlara da ihtiyacı oluyor. İnsanların karşısına sürekli yol ayrımları çıkıp durur. Benim seçtiğim, gittiğim yollar doğru çıktı. Bunda sezgilerimin kuvvetli olmasının da önemli bir etkisi olduğunu söyleyebilirim. Sezgilerim çok kuvvetlidir. En büyük yeteneklerimden biri üç dört adım sonrasını çok iyi muhakeme etmek sanırım.
Şimdiye kadar yaptığınız programların hepsi çok başarılı oldu. Bir program yaparken nasıl “Bu program tutar” diyorsunuz? Nedir bunu formülü?
Benim program icat etme konusunda belirli bir yeteneğim varsa da, bunu şimdiye kadar pek kullanmadım. Kendim hiç program icat etmedim. Ancak hangi programın tutacağını çok iyi kestiriyorum. Buradaki olay da şu; bugünkü televizyon dünyasında siz kendiniz kendi icadınızla riske giremezsiniz. Televizyon buna müsaade etmiyor. Bugün eğer televizyonda sadece üç kanal olsaydı, ben kendi icatlarımla da bu risklere girerdim. Ama böyle bir şansım olmadığı için bu riske girmem. Seyirci kaybetme riski her saniye var. Belirli programların ülkelerdeki performansına bakıp ondan sonra bunların hangilerinin Türkiye’ye uygun olduğunu belirlemeye çalışıyorum. En önemlisi de benim de o projeden zevk almam. Ben de zevk alıyorsam, kendimi o projenin içinde bulurum.
Kendi icadınız olan programları yapmanın zamanının geldiğini düşünüyor musunuz?
Hayır henüz gelmedi. Program icat etmek çocuk oyuncağı değil, ayrı bir sanat dalı. Bu şuna benziyor, çok iyi araba kullanabilirsin ama o senin araba yapmanı gerektirmez. O arabayı başkası yapacak, sen kullanacaksın. Bugün dünyada icat edilen 10 projenin dokuzu batar. Türkiye’de ise 20 projenin 19’u batar. Ortada bu yüzdeler varken, program icat etmek çok iddialı bir hareket olur.
Türk izleyicisi neleri seviyor?
Türk izleyicisi öncelikle samimiyeti çok sever. Ekrandaki figürlerin gerçekliğinden çok hoşlanır. Son dönemlerde dizilerdeki başarıyı da genel oyun gücünün artmasına bağlıyorum. Seyirci artık genel olarak oyuncu ve oyunların kalitesinin yüksekliğine bakıyor. Seyirci reality show’larda da adı gibi gerçeklik görmek istiyor. Gerçekliği hissederse ve proje de iyi bir projeyse izliyor. Bundan sonra da seyirci televizyonda hep gerçek olanı isteyecek. Yapay bir şey istemeyecek. O yüzden ekrandaki figürler gerçeklikten uzaklaştığında seyirciden de uzaklaşır.
Var Mısın Yok Musun’da bazen duygusal, ajite edici hikâyeler ortaya çıkıyordu. Bu noktada sizin benimsediğiniz etik kodlar nelerdir?
Bizim o konuda çok hassas davrandığımızı düşünüyoruz. Yani Var Mısın Yok Musun’da insanları üzecek hikayeler en fazla 10 programda bir çıktı. Bunun dozunu da kendi içimizde ayarlıyoruz. Seyirciyi hiç durmadan üzme derdinde de değiliz.
Özellikle hikâyesi için yarışmacı seçtiğiniz oluyor muydu?
Çok oluyordu. Yarışmacılardaki en önemli iki kriterden biri hikâyesiydi. Yani seyirci bu adamın eğer hayatı boyunca belirli sıkıntılar yaşadığını biliyorsa, bu sefer özellikle onun kazanmasını ister.
Var Mısın Yok Musun’un reytingleri iyi gidiyordu. Ama siz altın yumurtlayan tavuğu kestiniz. Neden böyle başarılı bir programı bitirdiniz?
Var Mısın Yok Musun, reyting sıralamasında programın son haftasında da birinci oldu. Programı zirvede bırakarak, bu programın ileride bir gün tekrar geri dönebilmesini sağlamak istedim. Öbür türlü devam edip tüketseydim, o zaman “altın yumurtlayan tavuğu” kesmiş olurdum. Ben aslında altın yumurtlayan tavuğu kümese koydum, belli bir dönem sonra ona tekrar altın yumurtlatacağım. Doğru yer ve doğru zaman olduğunda, tekrar çok önemli yeniliklerle bu programı yapabilirim.
Özellikle dünya starlarını “Var Mısın Yok Musun”a getirmeniz çok konuşuldu.
Geçen sene dünya yıldızlarını getirmeseydik de, çok güzel reytingler alıyorduk zaten. Ama yine de program daha görkemli olsun istedik. Ben paraya konsantre olan biri değilim. Dünya yıldızları ne kadar istedilerse “Verin gelsinler” dedim. Para yüzünden hayatta hiçbir şeyi kaçırmadım. Bu tutumun da bana iyi bir para geri dönüşü sağladı. Ben parayı kovalamadığım için zengin oldum. Parayla ilgilenmedikçe o beni kovalamaya başladı.
Basında başka bir kanala geçeceğinize dair de birtakım haberler çıkmıştı…
Ben açıkçası çok teklif aldım. Zaten hayatım boyunca önemli insanlardan çok iyi teklifler alan bir adam oldum. Bu beni mutlu eden çok gurur verici bir şey. Ancak yapı itibariyle inanılmaz evcil bir insanım. Evcil derken, bu kanalda çocuk gibi büyümüşüm, artık bir aile gibi olmuşuz. Bu aileden benim kopmam için, aileden bir ferdin bana ciddi bir yanlış yapması lazım. Ancak yanlış yapılmadığı sürece, hayatım boyunca Show TV her zaman birinci seçeneğim olacaktır.
Peki Acun Medya olarak başka bir kanala proje yapmayı düşünüyor musunuz?
Yapabiliriz. Birçok kanaldan “Bize proje yap” teklifi alıyoruz. Ancak Acun Medya butik bir şirket. Böyle olduğu için de 10 proje yapmak istemiyorum. Bir ya da iki projeyle sınırlı kalmak istiyoruz. Bunun dışında Show TV benim için her zaman öncelikli kanal oldu. Şimdiye kadar önerdiğim hiçbir projeyi de reddetmedi.
İnsanları en çok şaşırtan noktalardan biride sakinliğiniz… İnsanlar programda ağlıyor, gülüyor, kızıyor ama siz inanılmaz bir sakinlikle programı sürdürüyorsunuz…
Bu bir yaradılış… Allah hepimizi farklı şekilde yaratmış. Belirgin bir sakinliğimin olduğunun farkındayım. Bu özelliğim panik olmayıp olayları net olarak bakabilme yeteneğimi geliştirdi sanırım. Bu da şundan kaynaklanıyor; hayatım boyunca anlatamayacağım derecede aksiliklerle boğuşmuş bir insanım ben. O yüzden o aksilikler karşısında devamlı bir pozisyon almakla geçti hayatım. Hayatım hep problem çözmekle geçti. O nedenle bu konularda çok idmanlıyım.
Yeni jenerasyon da böyle bir TV yıldızı mı istiyor?
Daha “gerçek” bir yıldız istiyorlar diyelim. Benim televizyondaki en büyük artım gerçek olmak. Seyirci gerçek olduğumu biliyor. Hayatımda kasti olarak kalbini kırdığım hiçbir insan yoktur. Bu mizacımın da televizyonda yansıdığını düşünüyorum. Burası bir sevgi şirketi mesela. Buradaki arkadaşlarla beraber Bodrum’a tatile gideriz, beraber eğleniriz… Bu ortamı sağlayan da hep sevgi bağları. Bu şirkete kimin saat kaçta girdiğini bir gün bile sorduğumu hatırlamıyorum. İstediği saatte işe gelir, istediği saatte de çıkar. Tüm çalışanlar da bana çok sadıktır. Çünkü aradaki bağ profesyonellik değil, arkadaşlık üzerine kurulu.
Programlarınız da duyguların çok yoğun olduğu programlar…
Evet. Hayata bakış açım şu; “Üç kuruşluk bir dünyada yaşıyoruz zaten. Bu kısa hayatın da kötülüklerle geçmesini istemiyorum.” O nedenle hayatımda kötü olduğunu düşündüğüm hiç kimseyle hiçbir zaman görüşmem ve iş yapmam. Bir insan kötüyse ve başarılı bile olsa, benimle çalışamaz. Ben ilişkilerimi iyi insanlarla birlikte olmak üzerine kurdum. Bu şirkete aldığım herkesle de kalben ısındığım için beraber çalışıyorum.
“Devler Ligi” fikri nasıl ortaya çıktı ve şu an nasıl gidiyor program?
Futbol, Türkiye için her zaman eğlendiren ve çok önemli bir spor oldu. Hepimizin özlediği yıldızların bir arada olmuş olması güzel bir fikir gibi geldi bana. Haftada iki gün halı saha maçı yapan biri olarak bu programla biraz da kendimi tatmin ediyorum. Burada oynayan yıldızlar da Türk futbolunun efsane yıldızları. Seyretmesi çok güzel ve çok eğleniyoruz. İnsanlara tat verecek maçlar seyrettireceğimizi düşünüyoruz.
Reytingler nasıl?
Bu işi yaparken de Yaprak Dökümü ya da Kurtlar Vadisi’ni geçelim gibi bir hevesimiz olmadı. Çünkü Devler Ligi zaten kendi içinde belli bir ekonomiyi sağlayan bir birlik. O kendi yağıyla kavruldu. Var Mısın Yok Musun’u daha çok kadınlar seyrediyor. Ama 30 yıl futbolu seyretmemiş kadına futbol seyrettiremezsin ki! Öyle bir şansın yok. Devler Ligi’ni “Türkiye’nin en önemli televizyon projesi” olarak yapamazsınız zaten. Biz bunu kendi zevkimiz, prestijimiz ve bir yandan da tabii ki güzel bir program olsun diye yaptık. Bunda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
Bildiğiniz gibi Karamehmet’in sahip olduğu medya kuruluşlarında çalışanlar maaşlarını zamanında alamıyor. Basında çıkan haberlere göre maaşlar ödenmezken Devler Ligi’ne Show TV’nin bu kadar para aktarması onları rahatsız ediyormuş…
Çalışanlar o konuda yanlış bilgiye sahip olabilirler. Devler Ligi’nin ödeme planlaması Show TV’yi hiç sıkmayacak bir periyoda sahip. Çünkü Show TV’ye maddi açıdan sıkıntı yaratacak bir proje değil bu. Zaten sponsorlar projenin başında belirlendi. O yüzden proje kendi kendini kurtarmış bir proje.
Bugünlerde Coca-Cola’nın yeni reklam yüzü olduğunuz duyuruldu. Bu nasıl proje gerçekleşti?
Ben genelde yıllık anlaşmalar yapmayı severim. Çünkü uzun süreli anlaşmalarla firmanın kendi projelerini daha iyi ifade edebildiğini düşünüyorum. Ben bu sene iki tane çok önemli anlaşma yaptım. Biri Coca-Cola, diğeri de Turkcell’di. Coca-Cola’yla daha önce iki çalışmamız oldu. Her iki taraf da birbirinden çok memnun kaldı. Benim de insanlar üzerinde belirli bir sempatim olduğunu düşündüler ki, uzun süreli anlaşma yapmayan bir kurum olmalarına karşın benimle bir yıllık bir anlaşma yaptılar. Bu beni çok mutlu etti. Sektörün bir numarası gelip de sana teklif yapıyorsa, sen demek ki algıda veya toplumdaki pozisyon itibariyle çok iyi bir noktadasın diye düşünüyorum. Bu süreçte birçok proje yapacağız Coca-Cola’yla.
Bildiğim kadarıyla bu anlaşmadan ne kadar aldığınızı açıklamak istemiyorsunuz…
Para konusunda bir şey söylemek istemiyorum. Tabii ki yüksek rakamlar. Yani yüksek rakam olmak zorunda. Benim bütün reklam anlaşmalarım yüksek rakamlarla oldu.
Niye sizi tercih ediyorlar? Sizin yanınızda durmakla ne kazanıyor markalar?
Bence “inandırıcılık” kazanıyorlar. İnsanlarla iletişimimin iyi olduğunu düşünüyorum. Kendimi dinletebilen biriyim. Düz mantıktan gidelim: Bir insan niye reyting alır? İnsanlar onu seyrettiği için. Ben Coca-Cola’nın yöneticisi olsam, ben de Acun’la çalışmak isterim. Çünkü adam televizyona çıkıyor ve reyting alıyor. Bu ne demek? Halk o adamın dediklerini dinliyor demek.
Şu anda medyada gördüğünüz genel manzara nasıl? Nasıl bir televizyonculuk anlayışı hakim sizce?
Türkiye’de birçok şeyin ölçüsü kaçtığı gibi, kanalların da ölçüsü kaçtı. Şu anda reklam pastası mevcut kanallara yetmiyor. Reklam pastasına baktığımda gereğinden fazla kanal olduğunu görüyorum. Bu kadar kanal olmasına hiç gerek yok. Belirli düzeydeki kanaların dışındakiler elense çok daha sağlıklı bir yapı oluşacak. Televizyon sektöründe en büyük problemin bu olduğunu düşünüyorum. Onun dışında genel yayıncılık politikası açısından da her geçen gün daha iyiye gittiğimizi söyleyebilirim. Halkın kaliteli işlere ilgi göstermesiyle, kalitesiz işlerin artık iş yapmadığını görüyorum. O nedenle çok mutluyum. Biz de hep kaliteli iş yapmayı istiyoruz.
Önümüzdeki süreçte ne tür projelerle göreceğiz sizi ekranlarda?
“Yetenek Sizsiniz Türkiye” programına başladık. Benim için çok önemli bir proje, hatta üç dört yıl gidebilecek bir proje. Amerika ve İngiltere’de de çok ciddi tepkiler aldı. Turkcell’le de çok ciddi bir anlaşma yaptım. Turkcell “Acun Medya ve Acun Ilıcalı” olarak iki yıl boyunca benim bütün projelerimi destekleme kararı aldı.