Gazetecilik, yalnızca haber vermek değil, aynı zamanda toplumu aydınlatmak ve gerçekleri ortaya koymak için verilen cesur bir mücadele. Bu zorlu yolculuğun en ön saflarında yer alan isimlerden biri de Timur Soykan. Araştırmacı gazeteci olarak kaleme aldığı dosyalarla toplumsal hafızayı canlı tutmaya çalışan Soykan, derinlemesine araştırmalar, dosya haberler ve kitaplarıyla Türkiye’nin en etkili kalemlerinden biri. Deneyimli gazetecilerle kurduğu Onlar TV ile YouTube gazeteciliğinde de farklı bir pencere açan Soykan ile gazeteciliğin değişen dinamiklerini, mesleğin zorluklarını ve geleceğe dair umutlarını konuştuk. Soykan, “Bu kadar skandal haberi geçmişteki Türkiye’de yapmış olsaydık onlarca hükümet devrilirdi” diyor…
Gazetecilik kariyerinize nasıl başladınız? Sizi bu mesleği seçmeye iten motivasyonlar nelerdi?
Çok hayalperest bir hikayem var aslında… Çocukluğumdan beri hayal kurarım. Çocukken de insan maceralar hayal eder. Öte yandan merak duygum hep çok yoğundu. Beni biraz da bu cezbetti gazetecilikte. İnsanları çok merak ederim, insanların hikayelerini merak ederim. Polisiye hikayeleri merak ederim. Onları çözmek, araştırmak, yazmak, bilgiye ulaşmak ve yazmayı sevmek tabii ki… Başından beri yazmayı çok seviyordum. Meslek tercihimde de bu duygular belirleyici oldu. Mesleğimi de her zaman çok sevdim. Çünkü gazetecilik başka insanların hayatlarına, toplumsal gerçeklere açılan bir kapı gibi. Hayattan sürekli olarak yeni şeyler öğrendiğiniz bir meslek. Gazetecilik sayesinde pek çok bilgi ediniyorsunuz, pek çok deneyim ya da macera yaşıyorsunuz. Bu yüzden hiçbir zaman pişman olmadım gazeteciliği seçmiş olmaktan, hep çok sevdim. Tabii daha sonra politik dünya görüşüm de buna kapı açtı. Gazetecilik de bir biçimde haksızlığa, adaletsizliğe uğrayanların, sömürülenlerin, ezilenlerin sesi olmak demek. Bu politik yaklaşımım da daha eşitlikçi daha özgür bir dünya hayaliyle yaşadığım dünya görüşüm de bu mesleğe beni yönlendirdi.
Araştırmacı gazetecilik sizin için ne ifade ediyor? Türkiye’de bu alanı icra etmenin en büyük zorlukları neler?
Bütün gazetecilik faaliyetleri aslında araştırma içermek zorunda. Size deklare edilen bir şeyi dümdüz yazmanızın çok bir anlamı olduğunu düşünmüyorum gazetecilikte. Ama araştırmacı gazetecilik özellikle Türkiye gibi uyuşturucunun çok önemli bir güzergahı olan, devlette ciddi bir çürüme yaşanan, devlet-mafya-siyaset üçgeninin çok geniş olduğu; skandalların bitmediği, yolsuzlukların ardının arkasının gelmediği, siyaset ve bürokrasideki kirlenmenin zirveye çıktığı bir noktada araştırmacı gazetecilik de çok daha büyük anlamlar ifade ediyor. Bu, devletin yozlaştığı dönemlerde araştırmacı gazeteciliğin ne denli kritik olduğunu gösteriyor. Bu nedenle çok kıymetli. Özellikle Türkiye’de topluma kapsamlı bir şekilde belgeleriyle ve detaylarıyla doğru bilgiyi sunabilecek kalemler olması çok önemli. Medya için boşuna dördüncü kuvvet denilmiyor. Medya, demokrasinin ayrılmaz bir parçası. Kamu adına iktidarı denetlemekle yükümlü… Gazetecilik için tarafsız denilir çoğu zaman ancak gazetecinin ilkeleri o tarafları çok net ortaya koyar. Gazeteci; demokrasinin, insan haklarının, çocuk haklarının, kadın haklarının tarafındadır. Gazetecinin, aklınıza gelebilecek tüm demokratik değerlere sahip olması ve bunları savunması gerekir. Şu anda Türkiye’de bütün demokratik haklara karşı çok ciddi bir saldırı söz konusu olduğu için aslında araştırmacı gazeteciliğin önemi de ortaya konuluyor. Araştırmacı gazeteciliğe çok ihtiyaç duyuluyor.
Bahsettiğim koşullar içerisinde bu ülkenin her yerinden skandallar fışkırıyor. Toplum bunları bilmezse bu karanlığın bir dibi yok. Ancak halk buna bir son verecek ve halkın kulağına, gözüne bu bilgileri taşıyacak olan da araştırmacı gazeteciler. Onun için araştırmacı gazeteciliğin ülkenin geleceği için çok önemli bir misyonu var. Biz de bu misyona hizmet edebiliyorsak ne mutlu bize… Zorlukları konusuna gelince de; Türkiye’de gerçekten çok zor. Çünkü sürekli bir tehdit altındasınız. Bütün gazeteciler, bir anlamıyla bağımsız gazetecilik yapan, bu otoriter, baskıcı rejime karşı gazetecilik yapan, gazeteciliği savunan ve bunu devam ettirmeye çalışan gazeteciler çok büyük tehdit altında. Sadece mafya, suç örgütleri değil devlet içinden de sürekli bir tehdit geliyor. Bunu bize çok net bir şekilde ifade ediyorlar. Onun için mafya grupları, suç örgütleri ve tarikatlar bir yandan tehdit ederken bir yandan da troller sosyal medyadan sizi linç ediyor. Bir yandan da iktidar, gözünün sürekli üzerinizde olduğunu hissettiriyor. Kimi zaman gözaltı yapıyor, evini basıyor sabaha karşı, kimi zaman tutukluyor, kimi zaman da “başımıza geleceklerle ilgili” haber göndertiyor. Tutuklu ya da ev hapsinde olan çok sayıda gazeteci arkadaşımız var. Hem dışarıdaki hem devlet içerisindeki çetelerin sürekli tehdidi altında mesleğinizi yapmak zorundasınız. Bunun bir boyutu da işsizlik… Medyanın büyük bir kısmı iktidar tarafından satın alındığı için binlerce arkadaşımız işsiz bırakıldı. Haberin değeri yok edildi. Çok büyük ve ciddi bir işsizlik sorunu da var ki bu gazetecilik mesleğinin en önemli sorunlarından biri. Gazeteciler örgütsüz ve örgütlenmenin önünde çok ciddi engeller var. İnsanlar bizi sokakta gördüğünde “sizin için çok korkuyoruz, sizin için dua ediyoruz” diyorlar. Toplum bunu söylüyorsa, bu durum büyük bir risk algısı olduğunu gösteriyor. Ama sonuçta biz gazetecilik yapmaya devam edeceğiz.
Bugüne kadar sizi en çok etkileyen dosya haberiniz hangisiydi?
Son dönemde özellikle uluslararası uyuşturucu baronlarının Türkiye’ye gelmesi, Türkiye’de oturum izni alması ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı almalarıyla ilgili yaptığım haberler ve araştırmalar hayli önemliydi bence. Baron istilası olarak bir kitaba da dönüştürdüm bunu. Yine kitaba dönüştürdüğüm haberlerim var. Badeci Şeyh’in sır odası var. Bir tarikatın sır odasının ne kadar karanlık olduğunu gösterdiği için iyi dediğim bir araştırma. Onun dışında İsmail Uçar’ın HSK’ye yazdığı mektup konusunda yazdığım haberleri de yargıdaki kirlenmeyi ve adliyedeki rüşvet çarkını göstermeleri açısından önemsiyorum. Bir altın kaçakçılığı hikayesi var. İstanbul Havalimanı’nın VIP salonundan MHP’li milletvekillerinin altın kaçakçılığı yaptığına dair haber dosyasını da önemli buluyorum. HKG dosyası da önemli bence. Kara para, uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili yaptığımız araştırmaların her birinin Türkiye’de kıymetli olduğu kanaatindeyim. Bir de tabii öykü yazmayı çok seviyorum. Tanrı Misafirleri diye bir kitabım var gerçek insan öykülerinden oluşan. Sanırım en çok onu seviyorum. Bu öyküleri daha çok yazmak isterdim ama ne yazık ki ülke o kadar karanlık ki insanların güzelliğini anlatmaktan ziyade devletin kirlenmişliğini anlatmak üzerimize düştü.
Kısa zaman önce Şule Aydın, Mu rat Ağırel, Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu ile bir araya gelerek Onlar TV’yi kurdunuz. Kısa zamanda ses getiren kanalın geleceği için planlarınız neler?
Kayda Geçsin ekibi ve Barış Terkoğlu ile yeni bir yolculuğa çıktık YouTube üzerinden. Haftada iki gün, pazartesi ve perşembe günleri 20.00’de izleyicilerimizle buluşuyoruz. YouTube bambaşka bir mecra tabii… Bir de bizler ağırlıklı olarak gazetecilikle büyüdüğümüz ve yaş itibarıyla da artık biraz yaşlandığımız için YouTube bize zor ve uzak geliyordu. Geleneksel gazeteciyiz bir de bizler, yazıyoruz. Fakat Halk TV’deki süreçten sonra bir anlamıyla ekrana da alışmıştık. Türkiye’de araştırma dosyalarına dayalı programlar maalesef çok az, genellikle yorum ağırlıklı programlar yapılıyor. Onlar TV’yi haber dosyalarını anlatacağımız, doğrudan haber yapacağımız, fikir ve yorumdan çok ülkedeki gerçeklerin anlatıldığı bir formatta kurguladık. Bence gayet iyi gidiyor, insanlar çok ilgi gösterdi. Abone sayısı daha bir ay dolmadan 800 bini aştı. Yayınlar çok fazla izleniyor ve çok fazla geri dönüş alıyoruz. İzleyici profilimiz çok hızlı bir şekilde gençleşti. Çok büyük paraların dönmediği bir gazetecilik mecrası yaratmaktı hayalimiz. Bunun için de izleyicimiz var, haberlerimizi takip eden okurlarımız var. Benim tahminimden çok daha güçlü bir başlangıç oldu. Haber konusunda, habere ulaşmak konusunda da insanların bir merakı var. Çünkü Türkiye’de çok fazla haber var ama iktidar baskısı nedeniyle bu haberlerin yapılabileceği mecralar tükenmiş vaziyette. Ayrıca benim için de farklı ve öğretici bir deneyim oldu.
YouTube artık konvansiyonel medya kadar önemli bir haber mecrasına dönüştü. Burada üretilen ve tüketilen haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
YouTube’da haber etkileşimi çok değişik de olabiliyor, henüz ben de tam olarak çözemedim, ne yalan söyleyeyim. Güncele olan ilginin yoğunluğunu çok net görüyorsunuz. Bir olay olduğu zaman, o olayla ilgili oluşan merak doğrudan kendisini hissettiriyor. İzleyicinin refleksi de güncel olan olaylara karşı daha kuvvetli. Öyle olunca insanlar hem sahipleniyor hem de yorum yapıyor. Televizyonda da izlenme oranlarını takip edebiliyorsunuz ancak YouTube daha interaktif bir ortam sunuyor. Eleştirilerin, yorumların sayesinde nerede hata yaptığınızı veya nasıl daha çok ilgi çekebileceğinizi görebiliyorsunuz. Benim için de yeni bir habercilik dersi oluyor YouTube…
Yazdığınız her kitap, aslında birer hafıza kaydı gibi. Sizce bu tür belgeli anlatımlar toplumun belleğini nasıl etkiliyor? Dahası okurlarınızdan kitaplarınıza dair nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Kitap yazmayı çok seviyorum. Haberde izleyicinin, okuyucunun ilgisini canlı tutabileceğiniz süre sınırlı. Ama kitap okurken hissettiğiniz duygu bir olayı tamamıyla anlamak ve aklınızda herhangi bir soru kalmayacak şekilde en son sayfayı kapatmak oluyor… Ben de araştırma/inceleme kitaplarımda bu derinliğe ihtiyaç duyan konuları incelemeye çalıştım. Kitap gerçekten bellek oluşturuyor. Haberler de oluşturuyor tabii ama bazen yılgınlığa düşüyorsunuz. Örneğin yasa dışı bahis konusunu yıllardır anlatıyoruz. Toplum bunu önemsemiyor ya da biz anlatamıyoruz diye düşündük uzunca bir zaman. Ama sonra bir baktık birike birike bugünkü tepkilere geldi… Bu kadar skandal haberi geçmişteki Türkiye’de yapmış olsaydık onlarca hükümet devrilirdi.
Türkiye şu anda skandallara karşı bağışıklık kazanmış gibi görünüyor. Siz hangi haber kanallarını ve YouTube gazetecilerini takip ediyorsunuz?
Birini söylesem diğerine ayıp olur. Bu mesleğe yıllarını vermiş çok güçlü kalemler, çok güçlü gazeteciler var. Gökçer Tahincioğlu’nu, Alican Uludağ’ı, Tolga Şardan’ı, İsmail Arı’yı kaçırmam. Günceli de takip etmek için ben de Fatih Altaylı’yı takip ediyorum. Nevşin Mengü, Özlem Gürses, Ünsal Ünlü’yü takip ediyorum. Gerçek gazeteciler bu baskı rejiminde kötü bir sınav vermedi. Hiçbir zaman hakikati savunmaktan vazgeçmediler.
Bugünün Türkiye’sinde gazetecilik nasıl bir sınavdan geçiyor sizce? Medya özgürlüğünü hangi noktada görüyorsunuz?
Türkiye’de medya en karanlık dönemini yaşıyor. Demokrasi, özgürlük ve adalet vaadiyle gelip; Türkiye’yi basın özgürlüğü konusunda son sıralara sürükleyen baskıcı, otoriter bir rejimin medyasını dizayn eden bir siyasi iktidar oldu. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, algı yönetiminin merkezine dönüşmüş durumda. Sadece alkışları duymak isteyen bir saray rejimi ve medyası kuruldu ve bunun için yıllarca kamu kaynakları kullanıldı. Hakikat peşinde olan gazeteciler medya satın alma süreçlerinde işsiz bırakıldı, tazminatsız işten atıldı. Bütün hakları çiğnendi ve toplumun hakikati öğrenmemesi için o algı canavarının yanında bir de baskı canavarı vardı. Şu anda Türkiye’deki medya düzenine baktığınızda sürekli diğer kanalları kapatma, cezalandırma güdüsüyle gazetecilere tehditlerle süren bir dönem görüyorum. Yaşananlar gerçekten Nazi dönemine benziyor. Türkiye’de basın özgürlüğünün nasıl katledildiğini ileride bütün dünyadaki akademik iletişim çalışmalarına konu olacak.
Bir gazeteci olarak içinden geçtiğimiz dönemi nasıl yorumluyorsunuz? Bundan 20-30 yıl sonra sizce bu dönem hem ülke gündemi hem de gazetecilik mesleği açısından nasıl anılacak? Bu dönemi anlatacak olsanız, hangi olayları vurgulardınız?
Ben Halk TV’deyken, Halkbank’ın mafyaya kredi verdiğine dair bir haber yaptım. 4 saat içerisinde erişime engellendi, 5. saatte de erişimi engellendiğine dair haber erişime engellendi ve zincirleme bir şekilde böyle devam etti. İktidardaki herhangi bir siyasi figür hakkında erişim engeli hızlıca geliyor ve haber yasaklanıyor. Sürekli yargılanma halindeyiz. Arkadaşlarımız sırf haber yaptığı için cezaevinde ve bu onlarca yıldır devam eden bir süreç. Erdoğan tarafından sürekli tehdit edilen, kürsüden sürekli “ensende biteriz” denilen, her türlü hakaret edilen, soru bile sorulamayan bir dönemdeyiz… Abdülhamit dönemi nasıl anlatılır sansür hikayeleriyle, herhalde bu dönem de böyle anlatılacak ve incelenecek.
Türkiye’de gazetecilik yapmak sizin kişisel hayatınızı nasıl etkiledi? Bu mesleği seçtiğiniz için pişmanlık duyduğunuz anlar oldu mu?
Gece gündüz çalışıyorsunuz ve uğraşıyorsunuz. Bu bir süre sonra sizi yaşamıyor savaşıyor hale getiriyor. Her yerden bir kötülük çıkıyor ve onlarla mücadele etmeye çalışıyorsunuz. Bir süre sonra hayat tamamen mücadeleden ibaretmiş gibi oluyor. Bu da sevdiğiniz insanlara daha az vakit ayırmanıza neden oluyor. Gerçekten zor ama hiç pişman değilim. Mücadele hayata dair bir şey ve bir yönüyle de hayatı güzelleştiren bir şey. Hakikati kaleminizle, aklınızla anlatabilmek çok değerli. Bu işi her zaman çok sevdim ve hep “iyi ki gazeteci olmuşum” diyorum.
Marketing Türkiye’de yayınlanan diğer gazeteci söyleşileri:
Cansu Canan Özgen: “Habercilik artık büyüklerin tekelinde değil!”
Şule Aydın: “Bu meslek bir delilik hali!”
Özlem Gürses: “Yalaka olmayana muhalif gazeteci diyorlar!”
Nefes Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz: “Kimseye pabuç bırakmayız…”
Kapalıçarşı’nın yeni gözdesi: Fatih Altaylı!
Mehmet Akif Ersoy: “Kimse hakikatin peşinde değil, herkes olayın peşinde”
Fatih Portakal: “Seçimin sonucunu Z kuşağı ve kadınlar belirleyecek”
Gazetecilerin gazetesi 250 kişilik “genç ekiple sahaya çıktı…”