Seçim değerlendirmeleri
ALİ CEM İLHAN -Tribeca İletişim Danışmanlığı Başkanı
Bir bütün olarak ele alındığında ve özellikle de sonuçları açısından değerlendirildiğinde, bu milletvekili seçimlerinin en başarılı kampanyası HDP’nin #senibaskanyaptirmayacagiz kampanyasıdır.
Kampanyanın yürütülüş biçimi açısından veya örneğin iletişim araçlarının entegrasyonunda gösterilen başarıdan filan daha ziyade, HDP’nin yürüttüğü kampanya stratejik akıl açısından çok iyi düşünülmüş bir kampanyaydı. HDP AK Parti’nin hatalarından otomatik olarak beslenen çok “ekonomik” bir kampanya yürüttü.
HDP’nin karşısında daha 10 ay önce yüzde 52 oy oranı ile bilmem kaçıncı seçim yarışını kazanmış bir Recep Tayyip Erdoğan vardı. Cumhurbaşkanı peş peşe kazanılmış seçim zaferlerinin özgüveni ile bu seçimlerin hedefini “başkanlık sistemine geçiş” olarak belirlemişti. Bunun için ise HDP’nin seçim barajının altında kalması gerekiyordu.
Bu şartlar altında seçimlere 3 hafta kala, HDP Eş başkanı Selahattin Demirtaş “bu kürsüye bir cümle söylemek için çıktım. Tarihimizin belki de en kısa toplantısını yapacağız.” sözleri ile dramatik bir giriş yapıp kampanyasını net, vurucu ve de en önemlisi bu kez “mağduriyet” bayrağını Ak Parti’nin elinden alacak biçimde taraftarlarını tek bir duygusal hedefe odaklayarak açıkladı: “Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı sürece sen başkan olamayacaksın!”
HDP böylece kendi kampanyasının kaderini bilerek isteyerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti’nin yürüteceği başkanlık temalı yaygın ve güçlü siyasi kampanyaya bağladı. Bir bakıma gayet bilinçli bir biçimde Selahattin Demirtaş, Erdoğan ve Ak Parti’yi bolca provoke edecek bir biçimde kendini onların önüne atıverdi ve devamında onlar vurdukça HDP’de onlardan otomatik olarak güç devşirmeye başladı.
Böylece Ak Parti’nin aşırı özgüvenli ve hamasi başkanlık kampanyası tam kazanacağı varsayılan yerden yeniliverdi. Gerçi Ak Parti tuzağa düştüğünü ve Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma noktasına geldiğini ancak son iki hafta anketleri önüne geldiğinde anladı ama artık çok geçti.
CENGİZ TURHAN – GRUP 7 İletişim Danışmanlığı Başkanı
Siyasal iletişim gündeme geldiğinde sürekli şunu tekrar ederken bulurum kendimi: Siyasetin bizatihi kendisi bir iletişim faaliyetidir. Özellikle muhalefetteyseniz, kitleleri ancak politika önerilerinizle ve vaatlerinizle etkileyebilirsiniz. Siyasal iletişimcinin görevi bu öneri ve vaatlerin veya onların oluşturduğu bütünsel resmin, her kesimin anlayacağı etkileyici bir dille kitlelere ulaşmasını sağlamaktır. Kuşkusuz, iletişim yoluyla politika önerilerini ve vaatleri (eğer iktidarın iletişimcisiyseniz icraatları), olduğundan daha pozitif göstermek de mümkündür. Ancak bunun belirli bir sınırı vardır. Siyasi parti yönetimlerinin ortaya koyabildiği elle tutulur bir politikalar dizisi yoksa, iletişimcinin de yapabileceği pek fazla bir şey yoktur.
Bu girizgâhtan sonra, 7 Haziran 2015 seçimlerinin, “iletişimcilerin mücadelesi” olarak seyretmediği kanaatinde olduğumu söyleyebilirim. Daha spesifik konuşmak gerekirse, mecra satın alınarak yapılan iletişimin (reklamın) sonuçlara ne içeriğiyle, ne bütçesiyle kayda değer bir etkisinin olmadığını düşünüyorum. Zaten, “Onlar Konuşur, AK Parti Yapar”, “Oy Verin Gitsinler”, “Bizimle Yürü Türkiye” ve “Biz’ler Meclise” sloganları ve bunların altında geliştirilen söylemler, partilerin seçmene yeni ufuklar açan politikalarını yansıtmaktan çok, sanki “iç iletişim”e dönük ifadeler gibiydi. Sanki herkes kendi kitlesine sesleniyordu.
Liderlerin meydan konuşmaları, gazete ve TV röportajları, insanlarda davranış değişikliği yaratma konusunda bence reklamlardan çok daha etkiliydi. Burada Ak Parti’nin uzun boylu değerlendirilmesi gerekmiyor, çünkü çok klasik bir yol izlediler. MHP’nin ise hiçbir pırıltısı göze çarpmadı. Buna karşılık, “Seni Başkan Yaptırmayacağız” söyleminin gücünü yakalayabilen hiçbir reklam çalışması yoktu. CHP’nin ekonomi konuşmaya başlaması, ortaya bir “ekonomi projesi” atması da belki ona yeni oy kazandırmadı ama, “CHP nihayet somut bir şeyler söylemeye başladı” düşüncesini yarattı. Nitekim, bunu fark eden CHP’nin reklam ekibi, “CHP’ye Oy Verebilirim” fikrini geliştirip piyasaya sürdüler. Yani, kamuoyunu şekillendirmek yerine, olumlu kamuoyu tepkisini izlediler. Sanıyorum, bu reklamın piyasaya sürülmesinde rol oynayan önemli faktörlerden biri de, “Oy Verin Gitsinler” sloganının CHP’den çok HDP’ye uyan bir slogan olmasıydı.
Her iki örnek de partilerin belirledikleri politikaların iletişime yol göstermesine iyi bir örnektir. Buralarda PR disiplininden gelmiş iletişimcilerin önemli roller oynayabileceğine kesinlikle inanıyorum. Ancak CHP’nin söylemine PR disiplininden gelen bir iletişimcinin eli değmiş gibi gözükmüyor. Daha çok ekonomi bürokratlarının etkisi seziliyor. HDP’nin başarısında belirleyici olan iletişimcinin ise bizzat Demirtaş’ın kendisi olduğu çok belli oluyor.
FİGEN İSBİR – Excel İletişim Yönetimi Başkanı
Büyük resme -mümkün olan en büyük resme – tekrar tekrar bakma dönemi gelmiştir. Seçim sonuçları bunu söylüyor!
Mezopotamya’yı, Doğu Romayı, Antik Yunan’ın bizim ege kıyılarına tesirini vb hızlı geçersek- her şeyi göçebe genli olduğumuz kesin kabulüne bağlayarak, bir çırpıda yapılan kolayca tespitleri de bir yana bırakırsak- Karacaoğlan’dan, Yunus Emre’ye, Mevlana’dan Hacı Bektaş a pek çok alim din bilginini yetiştirmiş, ağırlamış bu topraklarda, yüzlerce yıllık imparatorluktan bize kalan Padişaha “biat” kültürü olmuştur? Hep kul olduk, birey değil! Bu halimizle, – şunun şurasında sadece 1 asırda- birey kültürünün ürünü olan demokrasi ve cumhuriyeti içselleştirmeye çalıştık. Oysa Fransız ihtilali, demokrasinin doğuşunun da “gezisiydi”. İç dinamikle gerçekleşti. Biz ise iç dinamiğimizle hepi topu ancak 2 yıl önce minik bir pıtırcık açtırdık Gezi’de… Ez cümle: Demokrasiyi içselleştirmek ve öğrenmek epeyce zamanımızı alıyor/alacak da. Doğaldır. Başka türlüsü ütopyadır. Zorla güzellik olmaz. Sindirmek için vakit gerek. Demokrat kolay olunmuyor, hele halkın talebi ile yeşermeyince, mucidi de biz olmayınca hiç kolay değil… “imanın alimliğine” değil, dindarlığın cehaletine biat edenler diş biledi Cumhuriyete ve demokrasiye. Yasaklandı. Öfkelendi, hınçlandı. Ama artık, son 12 yılını da zirvede geçirdiği intikam günlerini yaşadı, ağzının payını almaya başladı, öğrenme sürecine girdi… Hınçtan akla dönüşme sürecini başlattı. Şimdi sıra artık ırkçılık kaslarımızın hamlık mertebesiyle tanışmakda ! Yeni dönem bu konudaki olgunlaşmanın acı-tatlı öğretilerine gebe. Sadece ırkçılık mı? Hayır. Bu lokomotif, diğer tüm ötekileştirme (alevi-sünni, rum-ermeni, doğulu-batılı, kadın-erkek ) vagonlarını da yanında getirecek. Daha öğrenecek çok şeyimiz var çook!… Ben demiyorum, seçim sonuçları diyor bütün bunları. Apaçık ortada…
MERAL SAÇKAN- MPR İletişim Danışmanlığı Başkanı
Çok yönlü değerlendirmeye muhtaç bir seçim dönemini geride bıraktık. Şimdi, koalisyon tablosunun göründüğü ilk sayfayı çevirip, 13 yıldaki dönüşümü anlatan sonucu detaylı okuma zamanı.
Siyaset bilimcilerin sık sık seslendirdiği gibi; medya ne düşüneceğimizi değil ama ne hakkında düşüneceğimizi söyler. Bütün mesele içerik sağlamak gibi görünse de uzun vadede içeriği yönetmek de önemli. 2015 genel seçimini, AK Parti eksenli değerlendirmek gerek. Bu örnekte iletişimin iki önemli kuramının çarpıştığını söyleyebiliriz. İlki, McCombs-Shaw’un ‘Gündem Belirleme Hipotezi’ ki, AK Parti’nin başarısının temelinde, lideri yönlendiren kadroların bu alana hakimiyeti yatar. Aslolan; medyaya bilgi akışında kontrol mekanizması oluşturulmasıdır. Çünkü iletişim akışını kontrol eden, gücü de elinde tutar. Nitekim FP’den koparak kurulan, 15 ay sonra da Türkiye’nin birinci partisi olan AK Parti’nin ajandasındaki en önemli başlıklardan birinin medya gücü olduğunu, medyanın yakın tarihine bakarak görmek mümkün. Medya gücüyle, siyaset ve kamu gündemini de yöneten AK Parti’nin 13 yılının özeti; DP iktidarından bu yana görülmeyen oy oranlarıyla arka arkaya 9 seçim kazanmak oldu. Şimdi, girdiği 10’uncu seçimi de yüzde 41 oy oranıyla ilk sırada tamamlamış ama zaferi ‘mağlup’ olarak kodlanmış bir AK Parti ile karşı karşıyayız.
Aslında Alman siyaset bilimci Neumann’ın ‘suskunluk sarmalı’ modeli, AK Parti iktidarının son dönemiyle bire bir örtüşüyor. Neumann’a göre, güçlü iktidarlar ve yoğun propaganda dönemlerinde, farklı düşünenlerin konformist tavrı nedeniyle sessizlik oluşur. Prof. Nermin Abadan Unat, bu tezi 6 yıl önce Prof. Şerif Mardin’in Türkiye’ye armağanı olan ‘mahalle baskısı’ kavramıyla birleştirdi. “Mahalle baskısının artışı ile suskunluk sarmalının büyümesi iç içe geçmiş bir toplumsal sürece yol açıyor” uyarısı yaptı.
Süreç, Gezi’ye kadar devam etti. Suskunluk sarmalı, 2013’te Gezi’de çatladı. Türkiye’nin, dijital medyanın gücüne ilk kez tanık olduğu Gezi direnişi, siyaseti, dengeleri, retoriği ama hepsinden önce toplumu değiştirdi. Dalga o kadar güçlü ve dipten geldi ki iktidar; gündemi yönetmekte zaafa uğradı. 17-25 Aralık operasyonları, Gezi’nin artçısı oldu. Siyasette vücut bulmadan büyüyen Gezi ruhu, tam 2 yıl sonra 7 Haziran’da sandık başında ortaya çıktı.
Sonucu büyük resme bakarak değerlendirmek gerekirse, seçim kampanyaları döneminde yoğun bir siyasal iletişim bombardımanıyla karşı karşıya kalan seçmenin duygusal davrandığı, dayatmayı sevmediği, samimiyete oy verdiği söylenebilir. Kararsız seçmeni etkileme hedefiyle iletişim yapan/yapması gereken partilerin dijital çağda, özellikle sosyal medyayı çok iyi kullanan üniversitelilere ve miting meydanlarına inmeyen beyaz yakalılara ulaşması şart. Bu kesimin 7 Haziran’da sandığa ilgisini ve tercihini ölçümleyen bir araştırma bundan sonraki siyasi sürecin iletişimine dair önemli ipuçları verecektir.
SERHAT ÖZKÜTÜKCÜ- Denove PR Başkanı
Son iki yıldır neredeyse her gün seçim ve sonuçlarını konuşuyoruz. Türkiye 2014 ve 2015 yıllarında 3 seçim geçirdi. Biz seçmenler ise hangi seçim olursa olsun hangi parti ne kadar oy aldı, niye kazandı veya kaybetti sorusunun cevabını aradığımız haberleri okuyarak, TV programlarını seyrederek geçiyoruz zamanımızı. Akdeniz iklimine uygun bir siyasi atmosferde bir sonraki seçimi beklemeye başladık bile.
7 Haziran seçimlerinin kazananı ve kaybedenleri çok net olsa da iletişimin en temel kurallarının bu sonuçları belirleyen kurallar olduğunu bir kez daha gördük. Bir iş hedefi doğrultusunda planlı, düzenli ve sürekli iletişim yapan bir parti (HDP) bütün dezavantajlarına rağmen oylarını iki kat artırarak Türkiye’de ve hatta bölgesinde siyasi haritaların değişmesine yol açtı.
Bu başarının ardında yatan doğru, genel seçimler için siyasi iletişimi bütüncül bir yaklaşımla, Cumhurbaşkanlığı seçimi ile başlatmalarından kaynaklandı. HDP’nin 2015 yılındaki seçimlere bağımsız adaylar yerine parti olarak gireceğini, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Selahattin Demirtaş’ın aday olması ile başlattığını, stratejisini ve iletişim hedeflerini bu iş hedefine göre belirlediğini söylemek doğru olur. Bir parti olarak mesajlarını siyasi liderleri üzerinden açık, net, düzenli ve planlı olarak hedef kitle ve sosyal paydaşlarına aktarabildiler. Potansiyel seçmenlerini ikna ettiler ve onların oylarıyla da seçimi kazandılar.
Yapılan araştırmalar seçmenlerin büyük çoğunluğunun oy vereceği partiyi seçimlerden iki ay önce belirlemiş olduğunu ortaya koyduğunu da göz önüne aldığımızda HDP dışındaki partilerin neden son seçimlerde başarısız olduklarını kolayca anlayabiliriz. Partiler seçim için iletişimlerini başlattıklarında seçmenin büyük çoğunluğu kararını çoktan vermişti.
CHP son 25 yılın en iyi programını hazırladı. AKP güçlü ve doğal lider desteği ile en yoğun iletişimini yaptı. MHP en güçlü iletişim fırsatına sahipti. Bu partiler bütün avantajlarına rağmen iş hedeflerini destekleyecek sürekli, düzenli ve planlı bir iletişim çalışmasını zamanında başlatmadıkları için kendi seçmenlerinin nezdinde bile seçimleri kaybettiler. Muhtemelen hala nerede hata yaptıklarını içten içe soruyorlardır kendilerine.
Şimdi bu kayıpları en aza indirebilmek için istatistikleri ve seçmen algısını kullanarak kazanmaya çalışıyorlar. Gerçeklerle, oluşturmaya çalıştıkları algılar seçmenleri nezdinde de karşılık bulamadığı için gündemi yönetemiyorlar. Seçim sonrası iletişim faaliyetleri düşük yoğunluklu risk yönetimi olarak devam ediyor.