
Etki ekonomisinden etkileşime…

Salt İletişim ve Yönetim Direktörü
Türkiye’de kültür-sanat alanında sistematik etki ölçümü hâlâ yaygın değil.
Ama değişim başladı. Özel sektör, fon sağlayıcılar, yerel yönetimler ve kültür kurumları, artık sadece “Kaç kişi geldi?” sorusuyla yetinmiyor; dönüşümü görmek ve göstermek için yeni yöntemler deniyor.
Bazı kurumlar, sponsorluk anlaşmalarına etki kriterleri ekleyerek, desteklerinin topluluk ve kültür üzerinde yarattığı değerleri ölçmeye başlıyor.
Bazıları ise izleyici araştırmalarını klasik memnuniyet anketlerinden çıkarıp, öğrenme, ilham ve davranış değişimi gibi nitel göstergelerle yeniliyor.
Örneğin Salt’ın açtığı dijital arşiv üzerinden, yalnızca ziyaretçi sayısı değil, arşiv kullanım oranı, indirme sayısı, araştırmacı etkileşimi gibi göstergeleri de izlemeye başladık.
Benzer biçimde, New York’taki The Metropolitan Museum of Art, ziyaretçilerin motivasyonlarını, ekonomik etkilerini ve davranışlarını kapsayan bir analizle “kaç kişi geldi” sorusunun ötesine geçmiş durumda. Üniversiteler ve araştırma merkezleri de kültür politikası düzeyinde ölçüm çerçeveleri geliştiriyor, böylece etkinin sistematik takibi mümkün hale geliyor.
Bu eğilim, kültür-sanat desteklerini artık bir “harcama kalemi” olmaktan çıkarıyor ve bir değer yatırımı haline getiriyor.
Yani mesele artık “Ne kadar destek olduk?” değil, “Nasıl bir dönüşüme aracılık ettik?” sorusuna geliyor.
Türkiye’deki bu gelişmeler, iletişim profesyonellerine de açık bir mesaj veriyor:
Etkiyi görünür kılmak için sayılar kadar hikayeyi yakalamak da kritik.
Sadece etkinlik düzenlemek yeterli değil; toplulukla birlikte değer üretmek ve bu değeri ölçmek, sürdürülebilir bir stratejinin temelini oluşturuyor.
Kültür-sanat yatırımlarının stratejik dönüşümü hem markaların hem kurumların uzun vadeli etki ve bağlılık yaratmasına olanak sağlıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’de etki ölçümü yeni bir dönemi açıyor:
Görünürlükten öte, kalıcı ve ölçülebilir dönüşüm yaratmak artık hem kültür-sanat kurumlarının hem de destekleyen markaların gündeminde.
Etki ölçümü neden önemli?
Etkiyi ölçmek, yalnızca hesap verebilirlik için değil; öğrenmek ve gelişmek için de kritik bir araç.
Doğru yapıldığında, kurum kendi hikâyesini daha bilinçli ve stratejik bir şekilde yazabilir hale geliyor:
- Hangi yaklaşım gerçekten karşılık buluyor?
- Hangi proje beklenen etkiyi yaratamıyor?
- Nerede gerçek bir temas kuruluyor?
Bu soruların yanıtı, etki analizi sayesinde görünür hale geliyor.
Etki ölçümü aynı zamanda paydaşlar arasında ortak bir dil yaratmaya da yarıyor.
Sanatçı, izleyici, kurum ve destekçi; birbirini gerçekten anlamak ve birlikte değer üretmek için bu zemini kullanabilir.
Böylece kültür-sanat iletişimi, tek yönlü bir “kampanya dili”nden çıkar; ortak iletişim diline dönüşür.
İşte bu dönüşüm, hem anlam üretmeyi hem de kalıcı etki yaratmayı mümkün kılar. Etki ölçümü, aslında bir sonucun değil bir sürecin ifadesi.
Kültür kurumları, markalar ve fon sağlayıcılar için bu süreç; ölçmekten çok öğrenmek, görmekten çok dönüşmek anlamına geliyor.
Her proje, kendine bir ayna tutuyor: Ne işe yaradı, kimde neyi değiştirdi, nerede karşılık buldu?
Bu aynaya bakabilen kurumlar, sadece rapor üretmekle kalmıyor; kendi kültürel reflekslerini de geliştiriyor. Böylece “etki” bir ölçüm tablosu olmaktan çıkıp, kurum kültürünün parçası haline geliyor
Veriden hikayeye
Sayılar hikayeyi başlatır, ama hikaye veriyi anlamlı kılar.
Bugün birçok kültür-sanat kurumu, izleyici ve topluluk verilerini yalnızca nicel olarak değil, nitel olarak da okumaya çalışıyor.
Bir sergiden çıkan birinin yüzündeki etki, bir genç sanatçının aldığı ilham, bir mahallede başlayan yeni bir dayanışma…
Tüm bunlar ölçülmeye değer olduğu kadar, anlatılmaya da değer.
Çünkü etki, hikayeye dönüştüğünde kalıcı oluyor.
Bir iz bırakmak…
Sonuçta kültür-sanat iletişiminin asıl amacı görünür olmak değil, iz bırakmaktır. Bir başka deyişle, “iyi niyetli olmak” yetmiyor; “nasıl bir fark yarattığımızı” görünür kılmak gerekiyor. Etki ekonomisi bize tam da bunu hatırlatıyor:
Bir sergi, bir film veya bir proje hatırlanabilir elbette.
Ama asıl soru şudur: “Gerçekten kimde neyi değiştirdi?”
Bir fikri, bir duyguyu veya bir davranışı tetikledi mi?
Topluluklarda veya bireylerde uzun vadeli bir dönüşüm başlattı mı?
Kaç kişiye ulaştığımız değil, kaç kişide bir kıvılcım yarattığımız belki de günümüzde ve gelecekte en kıymetli veri haline gelecek…
Dönüşümden öğrenmeye, öğrenmeden yenilenmeye
Kültür-sanat alanında etkiyi ölçmek, aslında geleceği tasarlamanın bir yolu.
Çünkü ölçmek, aynı zamanda yeniden düşünmektir.
Bugün kurumlar yalnızca geçmiş projelerinin sonuçlarını değil, gelecek yaklaşımlarını da bu aynada şekillendiriyor. Hangi biçimlerin, hangi anlatıların, hangi iş birliklerinin gerçek dönüşümü yarattığını görmeye başladıkça; kültür politikaları da kurum stratejileri de daha “öğrenen” bir yapıya kavuşuyor.
Bu da bizi yeni bir soruya getiriyor: Eğer etkiyi ölçmeyi öğrendiysek, şimdi o bilgiden nasıl bir yenilenme doğacak? Belki de kültür-sanatın bir sonraki evresi, “ölçmekten öğrenmeye, öğrenmeden birlikte yeniden üretmeye” geçiş olacak.
