
2026’da gündem “kültür bütçesi” olmalı!

Great Place To Work CEO‘su
Bugünün bütçe planlaması, artık sadece gelir-gider tablolarını dengelemekten ibaret değil. 2026 yılına girerken şirketlerin önceliği; verimlilik, dayanıklılık ve sürdürülebilir büyümeyi aynı denklemde tutabilmek. Tam da şu günlerde birçok organizasyon, 2026 bütçe planlarını oluşturuyor.
Hedefler yeniden tanımlanıyor, maliyetler gözden geçiriliyor, yeni yatırım kalemleri belirleniyor. Ancak çoğu zaman “insan ve kültür” bu tabloda hâlâ yan sütunda kalıyor.
Oysa insanlar çalıştıkları iş yeriyle duygusal bir bağ kurmak istiyor.
Pandemi sonrası dönemde hibrit çalışma, kuşak çeşitliliği ve yapay zeka dönüşümüyle birlikte iş yerlerinden beklentiler tamamen değişti. Bu nedenle 2026 bütçelerini planlarken şirketlerin sadece operasyonel hedefleri değil, çalışan deneyimini sürdürülebilir kılacak kültürel yatırımları da stratejik öncelik haline getirmesi gerekiyor.
Güven kültürünün finansal etkisi
Great Place To Work® araştırmalarına göre güven kültürü, yalnızca çalışan deneyimini değil, doğrudan finansal performansı da şekillendiriyor.
- Great Place To Work® Sertifikalı™ iş yerleri, diğer standart iş yerlerinden yüzde 11 daha yüksek performans gösteriyor.
- Herkese açık olarak işlem gören ve Great Place To Work® Sertifikası kazanan ABD şirketleri, Russell 1000’i (piyasa değeri bakımından en büyük 1000 ABD şirketi) 27 yıllık bir dönemde 3,5 kat geride bırakıyor.
- Yüksek güven kültürlerinde, çalışan başına gelir 8,5 kat daha yüksek ölçülüyor.
- Kültür artık duygusal bir kavram değil; ölçülebilir bir yatırım alanı. Çünkü kapsayıcılık, aidiyet ve hakkaniyet duygusu olmadan hiçbir kültür sürdürülebilir olmuyor. Güvenin nasıl inşa edildiğini anlamak kadar, onu nasıl ölçümleyip yönetilebilir hale getirmek de kritik önem taşıyor.
Hakkaniyet: Güvenin finansal zemini
Çalışan deneyimini şekillendiren unsurlardan biri, belki de en çok ihmal edileni, hakkaniyettir. Bir organizasyonda adalet duygusu zayıfladığında, güvenin temeli de çatlar. Ücret politikalarından karar süreçlerine, fırsat eşitliğinden günlük iletişime kadar uzanan bu görünmez çizgi, aslında iş yeri kültürünün gerçek sınavıdır.
Hakkaniyet duygusu yüksek ortamlarda insanlar sadece “çalışmaz”; fikir üretir, sorumluluk alır, kalmak ister. Adil paylaşım, liderliğe duyulan güveni güçlendirir; güven güçlendikçe iletişim şeffaflaşır, ekipler arasındaki dayanıklılık artar. Bunlar soyut kavramlar gibi görünse de uzun vadede şirketin finansal performansını doğrudan etkileyen dinamiklerdir.
Çalışanlar, yöneticilerinin kararlarının adil olduğuna inanmadığında, sistemin diğer tüm unsurları (strateji, hedef, motivasyon) etkisini yitiriyor. Oysa adalet duygusu, maaş artışından çok daha fazlasını ifade ediyor; bu, çalışanların “burada gerçekten eşit koşullarda var olabiliyorum” hissidir.
Araştırmalar da gösteriyor ki hakkaniyet algısı güçlü organizasyonlarda, çalışanların şirkette kalma eğilimi artıyor, bağlılık skorları daha istikrarlı seyrediyor ve kültürel dayanıklılık daha uzun soluklu hale geliyor. Kısacası, güvenin sürdürülebilirliği adaletle başlıyor; adaletin kök salmadığı yerde güven kalıcı olmuyor, güvenin olmadığı yerde de büyüme uzun vadeli bir anlam taşımıyor.
Güven tek bir şey değildir. O, tüm sistemdir
Güven, bir organizasyonun iç iletişim dilinden karar alma hızına, liderliğinden çalışan aidiyetine kadar her sürecin görünmeyen mimarisidir. Tek bir değer, tek bir politika ya da tek bir anlık motivasyon değildir organizasyonun tamamında işleyen, davranışlara yön veren, kültürü kalıcı kılan yaşayan bir sistemdir.
Çalışan deneyimini ölçen anketler sayesinde güvenin hangi noktalarda güçlendiğini, hangi alanlarda gelişmeye ihtiyaç duyduğunu ve iş sonuçlarını nasıl etkilediğini görmek mümkün. 2026’ya girerken artık biliyoruz, sürdürülebilir büyümenin formülü sadece finansal tablolarla değil, güvene dayalı kültürle yazılıyor.
Yeni dönemin farkı şurada:
Finansal tablolar geçmişi anlatır, güven kültürü geleceği kurar. Bugün şirketler teknolojiyi, pazarı, süreçleri optimize edebiliyor; ama geleceğe yön verenler, ilişkilerini optimize edebilenler olacak. Stratejisini güven üzerine kuran organizasyonlar, geleceğin diliyle konuşmaya çoktan başladı bile.
