Kamuoyunun, yarışmaların sivri dilli jürisi olarak tanıdığı ancak asıl başarısını TV yapımcılığında gösteren Armağan Çağlayan, “Türkiye’de televizyon seyretmek porno film izlemek gibi” diyor… Herkesin televizyonda yayınlanan en popüler işleri seyrettiğini ancak ertesi gün bunu inkar ettiği söyleyen Çağlayan, Survivor hakkında ise: “Adam çıkıyor programını yapıyor ve reytingini alıyor. Kötü dersem Allah çarpar” diyor.
Son günlerde daha çok hangi işlerle meşgulsünüz?
Yeni sezonun işleriyle ilgili çalışıyoruz şu anda. Seneye “General Hospital” ve “Brother and sisters” dizilerinin uyarlamaları var. Yeni sezonda “Fetih” dizisini yapacağız. Bir de “Ex Factor” yarışmasını Türkiye’ye getirdik. Onunla ilgili çalışmalarımız sürüyor. Bunun yanı sıra “Ben Buradan Atlarım” programında jüri üyeliği yapıyorum. Onun çekimleri, koşuşturmaları devam ediyor. Ayrıca Beykent Üniversitesi’nde popüler kültür ve yaratıcılık dersleri veriyorum. Son olarak Tarihi Adana Kazancılar Kebapçısı’nın Sortie’deki şubesini açtık. Biliyorsunuz Kazancılar’la bir ortaklığım var. Bu şubeyle de ilgileniyorum.
Kariyerinize değinmeden geçmeyelim… Size göre kariyerinizdeki dönüm noktaları nelerdi?
Benim kariyerimin dönüm noktası avukatlığı bırakmaya karar vermem oldu. Diğer dönüm noktası ise herhalde Pop Star jüri üyesi olmamla başladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunuyum. Ama hiçbir zaman isteyerek okumadım bu bölümü. Okul bitince bir müddet avukat olarak görev yaptım. Ama her zaman bu mesleği bir gün bırakacağımı biliyordum. Bu durum ailemden gelen bir baskı değildi. O dönem sistem öyleydi. O zamanlar sadece devlet üniversiteleri vardı. Günümüzdeki gibi çeşitli bölümler yoktu… Seneye üniversite sınavına girmeyi düşünüyorum. Gastronomi okumak istiyorum. Bence televizyonculuk dünyanın en zor işi. Her gün karnı ağrıyan çocuk gibi, çok sıkıcı bir şey. Hemen ertesi gün başarılı mısınız, başarısız mısınız görebiliyorsunuz…
Peki, bu süreçte televizyonculuğa nasıl bulaştınız?
İzmit’ten İstanbul’a geldiğimde 4 yıl işsiz gezdim. Sonra, o yıllarda Med Yapım kurulalı 15 gün olmuşken, orada çalışan bir arkadaşım işe girmem için beni çağırdı. Medyapım’ın sahibi yapımcı Fatih Aksoy ile görüşmeye gittim. Yeni bir talk show hazırlığı içindeydiler. Hıncal Uluç için bir talk show hazırlıyorlardı. Fatih beni bu show’un hazırlık aşamasında işe aldı. Sonrasında bu proje gerçekleşmedi ve proje ekibinden herkes gönderildi ama bana “Sen kal” dendi. Televizyonculuk kariyerim böyle başladı. Aslında ben bir anlamda Fatih’in keşfiyim. Bu anlamda diğer bir dönüm noktamda; Show TV’nin Huysuz Virjin’le show programına başlaması. Show TV, programın prodüksiyonunu Med Yapım’a vermişti. Seyfi Dursunoğlu’na her zaman yazarlar gidip geliyordu. Hiç unutmuyorum Necef Uğurlu bir şeyler yazmıştı. Gani Müjde de vardı bu yazarlar arasında. Ama Seyfi Bey, bu arkadaşların yazdığı yazıları istemedi. Med Yapım’ın üst yöneticileri sürekli Seyfi Bey’in evine gidip geliyorlardı. Ben de bir gün giderlerken iletsin diye kostümcü bir arkadaşıma yazılarımı verdim. Seyfi Bey demiş ki; “Bu çocuğu bulun getirin bana, işte aradığım bu…” Sonra beni Seyfi Bey ile tanıştırdılar. Ben yaklaşık 110 bölüm kadar Seyfi Bey ile çalıştım. Aslında benim bir dönüm noktam da Seyfi Bey oldu.
O yıllarda ne okur, ne dinlerdiniz?
Ben hep popüler kültürle ilgilendim. Hiçbir zaman popüler kültürü küçümsemedim. Zaten popüler kültürü küçümseyenlerden iyi televizyoncu olmaz. Bence Türkiye’de şu anda okullu televizyoncuların başarılı olamamasının sebebi de budur; popüler kültürü küçümsemeleri. Çünkü okullularda, üniversitelerde popüler kültür “çok kötü bir şey, popüler kültüre bulaşmayın” deniyor. “Hülya Avşar kötü, Gülben Ergen zaten kötü, bu kim ki oyuncu bile değil” gibi şeyler öğretiliyor çocuklara. Bence okullarda popüler kültür dersleri olmalı… “Popüler kültür nasıl yetiştirilir?”, “Nasıl popüler kültürün gerisinde kalınmaz?” gibi durumlar öğretilmeli. Sanıyorlar ki o okullardan mezun olan herkes iyi televizyoncu olur. Belki o çocuklardan Nuri Bilge Ceylan gibi bir adam çıkaramazsın ama benim gibi popüler kültürü kullanan isimler çıkarabilirsin.
Sizin de bahsettiğiniz gibi önemli dönüm noktalarınızdan birisi de Pop Star yarışması oldu. O dönem kamera önüne geçme kararını nasıl aldınız?
Her şey bir gecede olup bittiği için düşünmeye hiç vaktim olmadı açıkçası. Pop Star için oluşturulan üç kişilik jüri o dönem Fatih’in içine sinmedi. Bana “Sen de otur” dedi. Ben de oturdum. Ertesi gün basın toplantısındaydım. Bugünkü aklım olsa kamera önüne geçmezdim. Ama artık çok geç. Bir kere kamera önüne geçtikten sonra “Ben vazgeçtim” diyemiyorsunuz. Ya boğazınıza kadar batacaksınız ya da o suya hiç ayağınızı sokmayacaksınız. Zaten yeteri kadar malzeme oldum.
Medya içinde yaptığınız analizler ve sivri dilliliğiniz ile tanınıyorsunuz. Normal hayatınızda da böyle misiniz?
İstemediğim hiçbir şeyi yapmadım bugüne kadar. Bu soruya “seçiciyim” diyerek cevap vereyim. Günlük hayatımda arkadaşlarıma sürekli eleştirel bir tavırla yaklaşmıyorum tabii. Herkesin hayatının jüri üyesi olamam. Dolayısıyla hayatımdaki herkesin ne hayatına ne kıyafetine karışırım… Ama beğenmediğim hiç kimseyle ne yan yana gelirim ne de arkadaşlık ederim. Zaten çok fazla arkadaşım da yoktur. Bu eleştirel ve seçici tavrım nedeniyle de okları üstüme çektiğimi düşünmüyorum. Benimle beraber televizyondaki herkes aynı şeyi yapıyor. Şimdi Twitter’dakiler neler yapıyor? Senelerce bana laf ettiler… Ben hiç olmazsa insanların yüzüne söylüyorum ne düşünüyorsam. Arkadan sallamak kolay. Gelsinler benim gibi yüzlerine söylesinler, cesaretleri varsa.
Her ay önünüze kaç program önerisi geliyor? İçlerinden reytingleri altüst edecek bir program seçmenin bir formülü var mı?
Ayda 30-40 tane program önerisi geliyor. Hepsini inceliyorum. Bana gelen önerilerin çoğu hemen hemen yapılmış olan programların türevleri… Türkiye çok garip bir ülke. Çarkıfeleği bile kendisinin bulduğunu iddia eden insanlar var. Gerçekten “Çarkıfelek” programı sürerken birisi “Bu yayın formatını ben buldum” diye dava açmış. Dünyada bu yarışma yıllardır yapılıyor… Bir şey bulup onun çok iyi olduğuna inanan insanlar var. Bence kağıt üzerindeki formatların hiçbir zaman iyi mi kötü mü olduğunu bilemezsiniz. Çekmek, bakmak lazım. Kağıt üzerinde iyi olan bir şey, çekildiğinde çok kötü olabilir. Türkiye’den bu yüzden program formatı çıkmıyor. Bir yatırımcının bu işe para ayırması lazım. Kağıt üzerindeki projelere para ayrılıp, prodüksiyon yapılıp, projenin canlandırılması gerekiyor. Sonra o çekilen yapımın, üzerinden geçilmesi, işlemeyen noktalarının bulunup çıkarılması ya da yeniden çekilmesi gerekiyor. “Paper” format dediğimiz ve her ay masamıza gelen bu işlerden bir gün bir iş çıkmaz demiyorum. Gün gelir bu projelerden zirveye çıkan bir program çıkabilir. Onun dışında Türkiye genç nüfusu olan bir ülke. Yapılan televizyon programının bir kere gençliğe hitap ediyor olması lazım.
Sizce televizyon programcılığı nereye gidiyor? Sizin bu işe başladığınız dönemle şu an ki durumu karşılaştırırsak eğer neler söyleyebilirsiniz?
Türk televizyonculuğu şu an bir çıkmazın içinde. Ama bir gün birisi bir şey bulacak ve o kişi çok para kazanacak… Ama o projeyi kim bulacak bilmiyorum. Şu an ki durumu değerlendirirsek “dizi izlemekten çok sıkıldım” diyebilirim. Bu benim fikrim. Ama önce biz sıkılırız bizden sonra da seyirci sıkılır. Biz böyle düşünüyorsak demek ki bir iki sene sonra artık seyirci de dizilerden sıkılacak. Ya da gelecekte diziler, şimdiki kadar hayatımızda yer kaplamayacak. Televizyon kanalları Dizimax gibi oldu, arka arkaya dizi yayınlıyorlar. Bugün mutlaka bir televizyon kanalının bir kuşak programı olmalı, özgün bir formatı olmalı, eğlence programı olmalı… Umarım değişecek. Benim bu işe başladığım dönemde neredeyse dizi yoktu. O sıralar şarkıcı türkücü dizileri vardı. Bir şarkıcı patlıyordu, onun sevilen şarkısına dizi yapılıyordu. Emrah, Ebru Gündeş gibi isimlere o dönem diziler çekildi. Bu dizilerin yanında o dönem, bir de yine şarkılı-türkülü talk show’lar vardı. Yine de Türk televizyonculuğu o döneme göre bir ilerleme kaydetti. Diziler konusunda dünya standartlarına yakın, çok iyi prodüksiyonlar yapıyoruz.
Neden diziler dışındaki programlar aynı ilgiyi görmüyor?
Çünkü bize “televizyon bir eğitim aracıdır” diye öğretildi. Ama televizyon bir eğitim aracı değildir. Bir eğlence aracıdır. Benim görevim niye bir insanı eğitmek olsun. İnsanları eğitmek devletin görevi. İnsanlar eğer eğitim programı izlemek istiyorlarsa bir sürü eğitim kanalı var, açsınlar izlesinler. Bu kanalların Türkiye’de seyredilme oranı 100 kişiden 0.2 kişi. Kimse izlemiyor ama herkes laf ediyor. Türkiye’de televizyon seyretmek porno film izlemek gibi. Herkes televizyonda yayınlanan en popüler işleri seyrediyor, ertesi gün “seyretmedim” diyor. Türkiye’de televizyona yapılan muamele bu… Televizyon beleş, ucuz, güzel bir şey. Güzel vakit geçiriyoruz, ne var bunda… Bütün dünyada popüler olmuş formatları alıyoruz getiriyoruz, uyarlıyoruz, yapıyoruz… Bunu Acun da böyle yapıyor. Bunu dünyadaki her şirket de böyle yapıyor… Keşke biri çıksa ve yeni televizyon formatı çıkarmak için yatırım yapsa… Ama bu iş Türkiye’de olmaz. Mesela ben dört sene hiçbir şey üretmeden maaş alırım ama beşinci sene benim bütün dünyaya satılacak bir şey üretmeyeceğimin garantisi yoktur. Ama bir Türk dört sene bir adamı boşuna beslemez! Bu durumun Amerika’da bir örneği var. Bir senarist, dört sene hiç bir şey yazmamış ama dört sene sonunda senaristin yazdığı bölüm “Friends” dizisi için çekilmiş ve patronları gelip şampanyayla kutlamış. Türkiye’de bir işverenin bir insana bir şey yapmadan dört sene para vermesini düşünemezsiniz bile… Mümkün değil. Bu Türk mantalitesine aykırı. Türkiye de birini işe alıyorlar, bir hafta sonra “Bu ne işe yarıyor” diye soruyorlar. Televizyonculuk, gazetecilik, radyoculuk, reklamcılık… Kreatif hiçbir şey bu mantaliteye tabi değil. Kreativiteyi ölçemezsiniz.
Şu an ekranlardaki hangi yapımları beğeniyorsunuz?
Yok ki… Şu an ekranlarda sadece “Ben bilmem eşim bilir” ve “Survivor” var. Survivor’a bakıyorum arada.
Acun Ilıcalı’nın programlarını nasıl buluyorsunuz?
Acun, çok iyi prodüksiyon yapıyor. Programları değerlendirmek benim görevim değil sonuçta reyting oranları her şeyi söylüyor. Adam çıkıyor, programını yapıyor ve reytingini alıyor. Kötü dersem Allah çarpar…
Survivor programını siz de yapabilirdiniz… Acun’un yaptığı programları kıskandığınız oluyor mu?
Survivor, Acun’dan önce Senkron Televizyon tarafından yapılmıştı. Aslında Med Yapım “Ünlüler çiftliği” diye bir program yaptı. Bu program Survivor’a benzer bir işti. Birisi adada geçeni diğeri dağda geçeni işte… İkisi de aynı. Acun programı iyi yapıyor. Acun’u kıskanmıyorum. Ben de geçmişte jüri üyeliği yaparken onlar da beni evlerinden izliyorlardı. Ben bu konuda hiç mütevazı olamayacağım. Türkiye’de jüri denince akıllara ilk ben geliyorum. Çünkü ben işimi iyi yapıyorum.
Birçok başarılı televizyon programı yaptınız. Tam köşenize çekildiniz diyorduk ki, “Ben Buradan Atlarım” ile tekrar ekranlarda belirdiniz. Kameralar karşısında “10 ya da 15 metreden atlamak” ne anlama geliyor?
Bu yarışma formatı dokuz ülkede yapılıyor. Amerika’dakinin reytingi çok iyi… Bana “Bu format çok iyi mi?” diye soracak olursanız “Eh işte” derim. Keçi boynuzu çiğnemek gibi. Sonuçta birisi yukarı çıkıyor, beş saniye içinde aşağı atlıyor. Beş saniye içinde ne konuşabilirsiniz? Bütün dünyada sekiz bölümde bitiyor. Bizim de son dört bölüm kaldı. “Niye böyle bir format var?” diyorsanız “Niye Buzda Dans var?” diye sorarım. “Buzda Dans” yarışma programı da “Ben Buradan Atlarım” da bize çok yabancı tarzlar. Denenmemiş olmaları bu programları ilginç kılıyor. Ne olursa olsun yarışmacının 15 metre yüksekten atlayacağı vakit merak ediyor ve izletiyor. Yarışmacının atlamasının ardından programın geri kalanı “keçi boynuzu”. Ama bütün formatlar “keçiboynuzu.” Format dediğiniz şey böyle bir şey…
Survivor neden bu kadar sevildi?
Armağan Çağlayan Med Yapım Genel Müdür Yardımcısı
“Çünkü çok düzgün bir şey yapılıyor. Program sadece bir ay izleniyor ve bitiyor. Sonra diğer programı bir sene bekliyorsunuz. Bu iyi bir televizyonculuk bence. Survivor’un en önemli özelliklerinden birisi programı özlemeniz. İkinci olarak ise programda gizli bir cinsellik seyrediyorsunuz. Kadınlar mayolu, erkeklerin üstünde hiç bir şey yok. Erkeklerin kasları meydanda, kadınlar iyi kötü dekolte veriyorlar… Bunları kötü anlamda söylemiyorum. Bunlar televizyonculuğun bir parçası. Bütün dünyada satan budur. Ama Survivor sadece seksapellikten ibaret demiyorum. Düzenlenen yarışmalar, prodüksiyon, montaj çok iyi. Bütün gerilim çok başarılı veriliyor… Daha ne olsun…”