Medyadaki eski geleneğin halkı “salak” yerine koyup onu yönetmeye odaklandığını söyleyen Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert, “Gazete çıkararak memleket idare etme dönemi kapandı” diyor. Aydın Doğan’ın dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ı evinde pijamayla karşıladığını hatırlatan Cömert, bunun o günleri anlatan sembolik bir durum olduğunu düşünüyor. Türkiye’de bütün yanlış işlerin medya eliyle yapıldığını belirten Cömert, bugün medyaya baskı yapıldığını iddia edenlerin ise vaktiyle muhafazakar medyaya karşı işlenen cürümlere iştirak ettiklerini savunuyor. İşte Yusuf Ziya Cömert’in o çarpıcı açıklamaları…
27 yıldır medya sektörünün içindesiniz. Hikayenin biraz başına dönecek olursak, mesleğe nasıl adım attınız?
1986 yıllından beri medyadayım. 1986 yılında Zaman gazetesinin kurulduğu dönemde dış haberler servisinde gazeteciliğe başladım. Yeni Şafak kurulduğunda İzlenim dergisinde Genel Yayın Yönetmeniydim. Şafak gazetesi kapanırken o dönem Genel Yayın Yönetmeni olan Mehmet Ocaktan gel gazeteyi sen çıkar diye bir çağrıda bulundu. Ancak aradan 15 gün geçti “Para yok, iş bitti” dediler. O mevzu öyle kapandı. İzlenim dergisinin sahiplerine dedim ki “Eğer bizim gündemimizde bir günlük gazete çıkarmak varsa bu üç yıl sonra beş yıl sonra gerçekleşecekse bile, şimdi böyle bir imkân var. Mehmet Ocaktan, Mustafa Karaalioğlu, Hakan Albayrak, Mehmet Efe gibi birçok arkadaş bir aradalar ve şu anda gazeteleri kapanmış durumda. Onlarla birlikte gazeteyi devralabiliriz.” İzlenim dergisinin o zamanki sahipleri olan Kış Ailesi bir fizibilite yaptıktan sonra satın almayı uygun gördüler. Yeni Şafak’taki ilk göreyim Genel Yayın Koordinatörlüğü’ydü. Mehmet Ocaktan da Genel Yayın Yönetmeni’ydi.
Bu anlayış sonraki dönemde medyada kendine nasıl yer buldu?
Yeni Şafak bugünleri anlamak bakımından önemli bir yayın organı. Biz o gün doğru bir maya çalmışız. O maya tuttu ve bugünlere geldik. O günlerde Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Ocaktan, İbrahim Kiraz ve Hakan Albayrak’la gazetenin yayın politikasıyla ilgili bir toplantı yaptık. Toplantının sonunda tartışmaları özetleyen cümle ise Hakan Albayrak’ın şu cümlesi oldu: “Arkadaşlar demokrasi!” O zamanlar milli görüş çerçevesi gibi siyasi eğilimler vardı. Demokrasiyi öne çıkarmak o siyasi zeminin gündeminde değildi. 28 Şubat görünür hale gelince demokrasi daha doğru algılanmaya başlandı. Daha o günlerden itibaren demokrasiden yana insan hakları ve özgürlüklerinden yana ve cuntaya, hırsızlıklara, yolsuzluklara karşı bir yayıncılık tarzı benimsedik. Bizim meşrebimiz tabii ki İslamcılık. Ancak başka görüşleri göz ardı edecek, başka yaklaşımları yok sayacak bir tutumumuz olmadı hiçbir zaman. Sonraki yıllarda benimsediğimiz yayın politikası Türkiye’nin siyasi ve toplumsal anlamda birinci realitesi haline geldi.
Bu anlayışın medyada kabul görmesinde ve güçlenmesinde AK Parti iktidarının da katkısı oldu mu?
Bu gazete 1994 yılında neyi söylüyorsa 2013 yılında da onu söylüyor. 20 yıldır aynı siyasi çizgide duruyor. Ne devşirmedir, ne de uydurma… Şu anda ortada dolaşan birçok felsefi yaklaşımdan, siyasi eğilimden daha köklü bir yayın çizgisi bu. Erdoğan’ın Başbakan olmasından sonra ortaya çıkmış bir ideoloji ya da siyasi çizgi değildir. Ancak sonradan alkışlamaya başlayanların yandaş olduğu yönünde yorumlar yapılabilir.
Sözünü ettiğiniz yayın çizgisinin kabul görmesindeki toplumsal dinamikler nelerdi sizce?
Türkiye’de medyanın, basının, gazetelerin, televizyonun toplum önündeki karnesi çok iyi değil. Medyadaki eski gelenek toplumu salak yerine koymak, topluma yön vermek, toplumu yanıltmak üzerine kuruluydu. Biz de bütün yanlış işler medya eliyle yapıldı. En yakın örneği olan 28 Şubat darbesi medyanın desteğiyle ortaya konuldu. Gazeteyi okuyan ancak inanmayan bir toplumumuz var. Gazetelerin yayınladığı anketler genelde, AK Parti tabanını oluşturan kitlenin rahatsız olacağı şekilde, yalan sonuçlar verir, bu kitleyi küçük gösterir. Özellikle bizim siyasi çevremizle ilgili tahminler hep yalan çıkar. Böyle bir gelenek var. Yeni gelenek ise kendisini halkla özdeşleştiren bir gelenek. Halkın değerlerine sahip çıkan değil, halkın değerlerini paylaşan bir gelenek. Çünkü halkı aldatırsa kendini de aldatmış olur. Çok işimize gelse bile, asla yalan haberle sonuç üretmeyi hedeflemeyiz. Hiç mi yanlışlık yapmayız? Yaparız. Bazen kaynağınız sizi yanıltır. Ben yanlış haber yayınladığım zaman fena halde utanırım, çok canım sıkılır.
Sizi hep muhafazakar medya kanadında gördük. “Merkez medyada” olarak adlandırılan tarafta çalışmayı hiç düşündünüz mü?
Bunu 15 yıl önce sorsaydınız belki tereddütlü cevap verebilirdim. Şu anda şartlar el verdiği takdirde mesleğimizi nerede yürütebilirsek orada, ancak ilkelerimizden taviz vermeden çalışmaya devam edeceğiz. Eskiden de muhafazakar kanattan diğer tarafa geçişler olurdu ama ayrım daha belirgindi. Belki şu çok konuşulmuştur; Hürriyet’te başörtülü var mı? Bu konuda bizde herhangi bir duvar yok. Başörtülü olmuş, olmamış önemi yok, sadece insanların mesleki niteliğine bakıyoruz. Fakat başka gazetelerde böyle bir ayrım var. Kapıdan içeri sokmazlar. Merkez medya dediğimiz “çevre” olmaya başlayan medyada bunun örneklerini görebilirsiniz.
“Yeni Şafak’daki hikâyemin bitme zamanının geldiğini düşündüm” dediniz ve oradan ayrıldınız… Star gazetesine geçişiniz ve ardından Genel Yayın Yönetmeni oluşunuz nasıl gerçekleşti?
Yeni Şafak’tan ayrıldığımı duyurduktan sonra şu anki Medya Grup Başkanımız olan Mustafa Karaalioğlu başka bir konu hakkında görüşmek için beni aradı. Kendisine gazeteden ayrıldığımı söyledim. Daha sonra Mustafa Karaalioğlu ile yaptığımız birkaç görüşmenin ardından “Bizde başla” dedi. Kabul ettim. Star gazetesi Türkiye’deki en önemli gazetelerden biri. Özellikle Türkiye’deki karar vericiler, yönetici kesimler, siyasetçiler, iş dünyası açısından… Gazetenin mali yönetimi açısından Mustafa Bey daha etkin bir rol üstlenmeyi tercih etti. Yayın Yönetmenliği görevini bana teklif etti. Bu olumlu sonuçlandı. Gerçekten Star Grubu şu anda grup olarak mali açıdan da çok iyi bir durumda… Hemen hemen bütün bilançoları, bütün birimleri pozitif…
İşler bu kadar iyi giderken neden gazetenin Petkim’in sahibi Azeri enerji şirketi Socar’a satılması gündeme geldi?
Satış konusunda henüz netleşmiş bir durum yok. Ama bu konudaki temaslar devam ediyor. Önümüzdeki haftalarda netleşecek?
Gazetenin satışı gerçekleşirse yayın politikasında bir değişim olacak mı?
Hayır, yayın politikamızda herhangi bir değişiklik olmayacak. Aynı çizgide yoluna devam eden bir gazete göreceksiniz.
Genel Yayın Yönetmenliğinizle birlikte Star’ın genel yayın politikasında bir değişim oldu mu?
Star’ın çizgisi yöneticiler arasındaki üslup farkı anlamında değişmiş olabilir. Ana çizgide bir değişiklik ihtiyacı yok. Ses tonu farklı ve söyleyişte ufak tefek farklar olabilir. Zaten Türkiye’de bu yayın çizgisini biz oluşturduk.
Bir süre önce Mustafa Karaalioğlu, reklamverenlerin tiraj ve reytingleri görmezden gelip “eski Türkiye’nin medyasını” ayakta tutmaya çalıştığını yazmış ardından da ciddi bir tartışma başlamıştı. Bu tartışma bir şeyleri değiştirdi mi sizce?
Mustafa Karaalioğlu’nun bu beyanı gerçeği yansıtıyor. Türkiye’deki reklam sirkülasyonuyla ilgili kurulu düzen toplumdan daha yavaş gelişiyor. Tirajları ve rakamları göze alarak ölçüm yaptığınız zaman büyük bir adaletsizlik olduğunu görüyorsunuz. Mesela A gazetesi 100 birim reklam alıyor, tirajı da 100. B gazetesinin tirajı 70 ancak 10 birim reklam alıyor. Böyle bir adaletsizlik olabilir mi? Reklam paylaşımı bir türlü adil yapılmadı. Hep eski usulden devam ediyor. Bu adaletsizliğe maruz kalan gazetelerin çok çalışması gerekiyor. Gerçek kendisini göstermeye başladı ancak henüz davranışlara yansımış değil. Ancak bu tema işlenirse ben daha adil bir reklam düzeninin oluşacağını tahmin ediyorum.
Sürekli “Değişen Türkiye’den, Yeni Türkiye’den” bahsediliyor. Bu “Yeni Türkiye”de sizce medyanın konumu ne?
Eskiden medyaya birinci kuvvet diyorlardı. Mesela 28 Şubat döneminde gördük ki Türkiye’de iktidar alanı eğer 100 birimse bunun 10’u siyasete tahsis edilmiş geri kalanı askere, bürokrasiye, iş dünyasında… İş adamları işlerini Genel Kurmay Başkanlığı koridorlarında halletmeye çalışıyordu. Böyle bir dönem vardı. Zamanla işler normalleşti. Siyaset hak ettiği iktidar alanını kontrol etmeye başladı. Yavaş yavaş askerin de iş dünyasının da medyanın da pozisyonu normalleşti. Yani gazete çıkararak memleket idare etme dönemi kapandı. Dolayısıyla normalleştikçe Doğan Grubu’nun ya da başka grupların toplum üzerindeki etkileri de normalleşemeye başladı. Eskiden Aydın Doğan memleketin Başbakanı’nı evinde pijamayla karşılıyordu. Kişisel samimiyetten dolayı yine karşılayabilir tabii bütün milletin iktidar yetkisini verdiği kimseye saygısızlık olabileceğini göstermeksizin… Ancak o zaman dönemin Başkanı Mesut Yılmaz, sanki Aydın Doğan’ı ziyarete gelmiş sıradan bir vatandaşmış gibi bir görüntü vermişti. Bunun o gün sembolik bir anlamı vardı. Niyetler öyle olmayabilir ancak bir şey nasıl görünüyorsa öyle algılanır.
Oldukça sıkıntılı dönemlerde gazetecilik yaptınız. Bu süreçte en çok ne zaman mesleğinizi yaparken zorlandınız?
Biz sürekli risk altında olduğumuzu düşündük. Zaman’ın ilk kuruluşunda gazetenin üst yönetiminde değildim. Ancak Zaman gazetesi başörtülülerin okula alınmamasına karşı bir mücadele yürüttü. O dönem birtakım sıkıntılar oldu. Sonuçta darbe sonrası bir dönemdi. O atmosfer tamamen ortadan kalkmamıştı. Zamanında cuntayla çok şiddetli kavgalar ettik, hiçbir lafımızı esirgemedik. Gazetemiz toplatıldı, davalar açıldı, ceza da yedik. Gazete basıldı. Patronların çocukları nezarete atıldı, çocukları rehin aldılar. Mustafa Albayrak 175 gün hapis yattı. Sonunda hiçbir şey çıkmadı. Bunlar iktidarın medyaya baskılarıydı. Bugünlerde medyaya dönüp baskılardan söz ediyorlar. Bu baskılardan söz edenlerin hemen hemen hepsi o dönemde bize karşı işlenen bu cürümlere iştirak ettiler. Hepsi yangına benzinle gittiler. Bu onlar açısından bir utanç vesikasıdır. Çok şiddetli zamanlarımız oldu ancak biz bu işin tabiatı böyle diye bakıyoruz.