Bu topraklarda din ve devlet işleri ayrılalı bin yıllar olmuş…
Tarihte laiklik kavramının ilk konuşulduğu antik kentin hemen kıyısında doğmuş annem. İstanbul gurbet olarak seçilince o bir kez daha gidemese de çocukluğumun anıları arasında sıklıkla anlattığı Orduzu’daki evleri, meyve bahçelerinde kesişen iç içe geçmiş ortak yaşam alanlarını, Aslanlıkapı’sı olan tarihi kazıları ve övünerek sözünü ettiği Battalgazi yer alır.
Aslantepe antik kent Battalgazi belediyesinin sınırları içinde. Önce Fransızlar, son 40 yılını ise İtalyanlar 60 yıldır aralıksız kazarak geçmişin bize bıraktıklarını anlamlandırılmaya çalışılıyor. Kazının başında bir yüksek lisans öğrencisi iken Aslantepe’ye gönül veren Roma Üniversitesinden Prof. Dr. Marcella Frangipane bulunuyor. Her yıl birkaç aylığına İtalyan kazı ekibiyle Orduzu’ya gelen Prof. Dr. Frangipane kendini Aslantepe’ye adamış. Adamış çünkü din ve devlet işlerinin ayrılarak yönetildiği bir yapının izlerine ilk olarak Aslantepe’de rastladıklarını ve bunun tarihin yazılışını değiştirdiğini söylüyor. Aslantepe UNESCO’nun geçici korumasında, tüm gayreti kalıcı olarak listeye alınmasını sağlamak.
Uzun süreli bir projenin sürdürülebilir olması için yerel yönetimlerin projelere sahip çıkması şart. Battalgazi Belediye Başkanı Selahattin Gürkan Aslantepe’nin bir dünya mirası olduğunun farkındalığıyla “Aslantepe Malatya’nın mirasıdır” diyor. Kazı alanına ilişkin hassasiyetlerinin yanı sıra bir diğer tarihi yapı olan Kervansaray da geçmişi canlı tutacak pek çok etkinliğe önderlik ediyor. Eski Malatya evlerinin mimarisini sergileyen Sanatçılar Sokağında kazıda çıkan figür ve görseller şık hediyelik objelere dönüşmüş bile. Gördüğüm ve mutlu olduğum odur ki başta başkan Selahattin Gürkan olmak üzere Malatya mirasına sahip çıkıyor.
Hepimizin geleceğe sözü var
Millet olarak doğamızda var. Hızlı sonuçlar istiyoruz. Öyle köklü ve kalıcı işler yapmak için çoğumuzun sabrı yok. Ancak ne yazık ki yarına umut katacak başarılı işler için bıkıp usanmadan çalışmak gerekiyor. Bu nedenle Anadolu Efes’in “Geleceğe Sözümüz Var” konsepti altında gerçekleştirdiği çalışmalarını değerli buluyorum. “Gelecek Turizmde”, “Gelecek Tarımda” ve “Gelecek Kültür ve Sanatta” olmak üzere 3 başlıkta gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projelerini izliyorum.
Gelecek Turizmde projesinin amacı; ülkemizin en büyük girdi kalemi olması da dikkate alındığında turizmin alternatif bir kalkınma aracı olarak sürdürülebilir bir biçimde GSMH içinde yer edinmesi. İkincil amaç ise turizmle ilgili gerçekleştirilen proje ve çalışmaların niteliğini ve niceliğini artırarak destinasyonların çoğaltılması. Çalışmalar sekiz yıldan bu yana Kültür ve Turizm Bakanlığı ve UNDP’nin katkılarıyla sürdürülüyor.
Ben çalışmaya 2013 yılında desteklenen “Mardin’de Kadın Liderliğinde Sürdürülebilir Turizm Girişimlerinin Yaratılması Projesini” dinlemek üzere Anadolu Efes Kurumsal İletişim Müdürü Simge Balaban’in davetiyle dahil olmuştum. İpek Yolu Kadın Çevre Kültür ve İşletme Kooperatifi’nin açtığı konukevi ve el yapımı sabunların üretilerek satıldığı mekanları gezerek projenin derinliği konusunda da fikir sahibi olmuştum. Bursa’da Misia köyündeki ipekböcekçiliği zanaatının canlandırılması ve Seferihisar mutfağının markalaştırılması ilk yılın projeleri arasındaydı. İkinci dönemde Göbeklitepe’de geleneksel taş işçiliğinin yeniden, hem de kadın işçileri de dahil ederek başlatılması, Safranbolu’da kaliteli hediyelik eşya üretimi ve Malatya Aslantepe’nin UNESCO’nun dünya mirası listesine kalıcı olarak alınmak üzere yöre halkı, üniversiteler ve yerel yönetimlerle birlikte yaptığı çalışmalar görüyorumki köklenmiş. Gelecek turizmde projelerinin devam etmesi ve yeni destinasyonlar yaratması en büyük dileğim.
Yeme-içme kültürü üzerinden ortak arayışlar
Yeme içme kültürü üzerinden toplumların birbirlerini anlamasına da hizmet ediyor Expo Milano 2015. Bu kez dünyanın kültürel miras ve değerleri paylaşılıyor. Ana tema; “Feeding the Planet, Energy for Life / Gezegeni Beslemek, Yaşam için Enerji.” Bu yıl fuara 20 milyon ziyaretçi bekleniyor.
Hatırlayacaksınız, bu küresel organizasyonu almak için epey uğraşmış ama başaramamıştık. Bu yıl Ekonomi Bakanlığı’nın ve bizzat Bakan Nihat Zeybekci’nin konuya ilişkin hassasiyeti işin ciddiyetini ve katılım boyutlarını etkilemiş. 145 ülkenin titizce hazırlanarak katıldığı fuara Türk Pavyonu tasarımından içeriğine kadar bir Türkiye mozaiği olarak tasarlanmış. Türkiye Pavyonu bir dDf Dream Dizayn Factory tasarımı olarak gerçekten göz dolduruyor.
Fuar alanındaki ülke pavyonları adeta birbiriyle yarışırcasına görkemli. Bir yandan mimari tasarımlarıyla biz buradayız derken diğer yandan sunduklarıyla ziyaretçilerin dikkatini çekmeye çalışıyor. Türkiye Pavyonu, metrekare açısından Expo’nun en büyüklerinden. Tematik sergiler, etkinlik alanları, döner servisi veren Türk restoranı, geleneksel kahvemizi sunan standımız ziyaretçilerin yoğun ilgisini çekiyor. Ülkemizin farklı bölgelerinden çıkarılan mermerler, toprak, kerpiç, cam, seramik, bakır, çelik ve ahşap kullanarak oluşturulan Türkiye Pavyonu’nun silueti geleneksel Türk evi ve Topkapı Sarayı’nın çizgileriyle belirginleştirilmiş. Çeşm-i Bülbül’den devasa bir kolon bu silueti taşırken her metrekare inceden inceye tasarlanmış.
Demiştik ya bu bir dDf Dream Dizayn Factory tasarımıdır. Tasarım, içerikle şekillendirilmiş. Bununla da yetinilmemiş Milano’da tam zamanlı bir ekip istihdam edilmiş. Şirketin iki ortağı Arhan Kayar ve Prof. Dr. Esra Ekmekçi Türk konukseverliğini göstermek üzere bilfiil işin başında. Tohum taşıyan enstalasyon paylaşımı, bereketin sembolü olarak kabul edilen nar ise metaforik anlatımla öne çıkıyor. Pavyonun etrafı meyve ağaçlarıyla bezenmiş. Nar fideleri bu metafora uygun bereketli İtalya güneşinde meyve vermeye başlamış bile. Dünyanın bütüncül sürdürülebilirlik sorununa çözüm olur mu bilmem ama meyveler bile umut verici.