Muhterem İlgüner: “Artık markalar toplumdan kazandıklarını toplumla paylaşmayı öğrenmek zorunda.”
26 Ocak Salı akşamı, TRKPA TV’de, Google Hangouts üzerinden yapılan canlı yayında, “Mülteciler markaları neden görmüyor?” konuşuldu.
İbrahim Kırcova moderatörlüğündeki Canlı Yayının konukları Muhterem İlgüner, Elif Kocagöz ve Salim Kadıbeşegil markaların mülteci sorunu ile ilgili sorumluluklarını değerlendirdi.
Programdan önemli notlar ise şöyle:
İbrahim Kırcova: “Mülteci sorunun daha büyük çerçevede görülmesi gerekiyor. Sadece yardım etmek yeterli değilSuriyeli mültecilerin topluma kazandırılması gerekir. Markaların Suriyeli mültecilere bakışı ve duruşlarının tartışılması bu akşamın konusu.”
Muhterem İlgüner: “Mülteci oranı geçen yıla göre yüzde kırk atmıştır. Dünya iki nedenle mülteci yaratıyor.
- Fakir yarım küre zengin yarımküreye erişmek istiyor.
- Ülkelerdeki iç savaşlar sebep oluyor.
Türkiye doğu ve batı arasında bir köprü görevi görmektedir. Bunun yanında buraya yerleşenler de mevcut. Ancak hiçbirimizin kamu ve özel sektör olarak bu konuyla ilgili tecrübemiz yok. Şu anda markalarımız hazırlıksız yakalanmış vaziyette.”
İbrahim Kırcova: “Markaların hazırlıksız olması, tecrübesiz olması gibi nedenlerle gerekli aksiyonlar alınadı. Türkiye’nin yanında başka ülkeler de göç konusunda sorunlar yaşıyor. IBM ve Google gibi şirketler kampanyalar başlatmıştır ancak bütün dünyadaki markaların bu konuda ciddi aksiyonlar almadığı görülüyor. Markaların tüketicilerinin de mülteciler konusundaki tepkileri dikkate alındığından bu konuda çok ciddi aksiyonlar görülüyor.”
Mültecilerin çoğu bir travma ile geliyor
Elif Kocagöz: “Almanya’nın anahtar bültenlerinin vazgeçilmez konusu mülteciler. Sadece Almanya’nın değil Avrupa’nın da aslında bir numaralı gündem maddesi mülteciler ve bu konunun nasıl halledileceği. Alman sistemi hazırlıksız yakalandı. Almanya’da çok katı, esnek olmayan bir bürokratik sistem mevcut.
Gelen Suriyelilerin nüfus yapısına baktığımızda bu projeksiyonlara göre yüzde yetmişi otuz yaşın altında çok genç bir nüfus buraya ulaştı.
Bunun nedeni de yaşama şansı olan bireylerini ailelerin bu yolculuğa teşvik edip çıkarmaları. Eğitim durumlarına bakıldığında tam olarak resmi bir sonuç ve belgeler olmamakla birlikte yüzde on beş civarı yüksek öğretim mezunu olduğu görülüyor. Ortadaki tablo bu şekilde. Ancak bir çoğu bir travma ile buraya geliyor.
Farklı yapılardan gelen insanlar Alman toplumunu ürkütebilmektedir. Bu durumun en büyük karşıtı toplumdur ve toplum farklı kültürden gelen insanları, yabancıları istemiyor. İsteyen veya kabullenen kesimin teknik ve rasyonel bir argümanı var. Bu argüman Alman nüfusunun yaşlanması, sanayinin genç bir nüfusa ihtiyaç duymasıdır. Almanya’da Henkel birinci ağızdan mültecilerin genç nüfusun iş gücüne yararı olacağını söylüyor. Bu tarz konuşmalar toplumu teskin etmeye de yönelik. Zira Almanlar rasyonel olarak görülüyor. En önemli konu entegrasyon konusu. Toplumun içinde eritme konusu çok ağır bir şekilde tartışılıyor.”
İbrahim Kırcova: “Bu problem çok boyutlu, uluslararası ilişkiler düzeyinde ele alınabilecek bir problemdir. Ancak bu süreçte sosyal sorumluluk, markaların iyilik görevleri bağlamında devletlere yardımcı olabileceği düşüncesi de mevcut.”
Salim Kadıbeşegil: “Şirketler mülteci sorununa yalnız çözüm üretemez. Bunu görev edinen kuruluşlarla, sivil toplum örgütleriyle şirketler birlikte çalışmalıdır. Burada karşımıza itibar konusu çıkıyor. Örneğin; bir şirket battaniye üretip, ürettiği battaniyeleri Suriye’ye göndermeye çalışıyor. Ancak ne yoluyla göndereceği konusu soru işaretidir. Soru işaretleri insanları yapacakları yardımdan caydırabiliyor.
Markaların aslında yapmaya çalıştığı şey, arayış içinde oldukları durum hangi sivil toplum kuruluşları ile bir araya gelme meselesidir.
Burada hesap verebilirlik meselesini ön plana çıkmaktadır. Suriyeli mültecilerle çalışan birtakım sivil toplum kuruluşları mevcuttur. Uluslararası kuruluşlar çerçevesinde bir sıkıntı bulunuyor. Ancak yerel bazda çalışılmak istiyorsa birkaç örnek vardır. En korkulan konu rüşvet ve yolsuzluk. Herkesin aradığı bir şey yapmak, amacına uygun yapmak ve sonucunu görmek.”
İbrahim Kırcova: “Markaların bu tip konularla ilgilenmeleri birtakım riskler barındırmaktadır. Bu durum markaların tüketiciyle ilişkilerini de etkilemektedir. Dolayısıyla markalar doğrudan bu konulara eğilememektedir. Ancak sivil toplum örgütleriyle işbirlikleri yapılarak duyarlılık gösterebilir.”
Muhterem İlgüner: “Markaları kapitalizmin bir ürünü olarak görüyorsak, markaların bu zorlu dönemdeki görevlerini de kabul etmeliyiz.
Dolayısıyla markalar bu konudan uzak duramaz, markaların böyle bir durum karşısında sessiz kalmaları düşünülemez.
Aksi halde bu sistem kendini bitirecektir. Kapitalizm kendini ıslah etme çağına girdi. Artık markalar toplumdan kazandıklarını toplumla paylaşmayı öğrenmek zorunda.”
Elif Kocagöz: “Almanya’da mülteciler çok önemli sıcak bir konu olarak tartışılıyor. Firmalar şu anda “bununla yaşamaya alışmamız lazım, nasıl yapacağız” sorularına cevap almaya çalışmaktadır. Bu konuda yapılan projeler şöyle:
- İstihdama yönelik projeler: insanların topluma ve kültüre, yaşama entegre olmaları açısından önemlidir. Daimler şirketi 14 haftalık köprü staj programı yapmaktadır. Bayer şirketi staj imkânı ve kurs vermektedir. Alman demir yolları, Siemens de örnek olarak verilebiliyor.
- Şirket olanaklarını mültecilere açma: ulaşım ve sağlık desteği veren şirketler bulunuyor.
- İnsan kaynağını gönüllü çalışmalara kanalize etme: şirketler çalışanları mülteciler konusunda çalışmak istiyorsa ücretli izin alabilmektedir. Birçok şirket çalışanlarının gönüllü aktivitelerde yer almasını istiyor.
- Finansal yardımlar: firmaların finansal destekleri bulunuyor.
Almanya’da şirketler, çalışmalarının duyurulmasına teşvik edilmektedir.
Şirketlerin topluma yönelik çalışmaları ve katkıları kendisine geri dönecek.
Şirketler bu tarz çalışmaları elbette ki kar amacı güderek yapmayacaklar, toplum içinde bir paydaş olarak yapacaktır. Bu sorunlar sadece şirketlerin altından kalkabileceği şeyler değildir ancak şirketlerin de altından kalkabileceği konular karşımızda.”
Salim Kadıbeşegil: “Değerler kaybedildiğinde geriye bir şey kalmamaktadır. İnsanlık tarihinin hiç bir döneminde etiğe bu kadar ihtiyaç duyacağımız bir dönem yaşanmamıştır. Markaların toplumsal sorunlar çerçevesinde değerlendirmelerini bu bakış açısı içinde yapmaları gerekmektedir. Vicdani sorgulama maddi beklentilerin önüne geçtiğinde çözüm odaklı çalışmalar olabilmektedir.”
Muhterem İlgüner: “Etik kapitalizmin nasıl yeniden inşa edilmesi gerektiğinin düşünülmesi gerekmektedir. Aksi halde bu gemideki herkes birlikte zarar görecektir.”