Hıncal Uluç’tan gazeteci-PR’cı ilişkisine dair çok konuşulacak bir yazı
Deneyimli gazeteci Hınçal Uluç’un dünkü yazısının hedefinde PR’cılar ve gazeteciler vardı. “Gazeteciliğin suyunu çıkardık” isimli yazısında Uluç, uzun zamandır tartışılan gazeteci-PR’cı ilişkisini tekrar gündeme getirdi. Yazısında gazetecilik etik ve değerlerini hatırlatan Uluç, “Gazeteciler, ama muhabirlerden çok köşesi olanlar, PR şirketleri tarafından dünyanın dört bir yanına davetler alıyorlar. En iyi mevkilerde uçup, de luxe otellerde ağırlanıyorlar. Sonra da o PR şirketinden gelen her türlü ricaya uyup, yolladıkları bültenleri konu yapıyorlar…” diyerek hem PR ajanslarını hem de gazetecileri topa tuttu. Uluç’un köşesinde eleştirdiği isimlerin tamamının Doğan Grubu’nda yer almasıysa dikkatlerden kaçmadı.
“Dün sabah, tıpkı benim gibi, hatta benden daha fazla “Gazetecilik savaşı” veren Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici‘yi dehşet içinde okudum.. Faruk, günümüzde gazeteciliğin geldiği noktayı anlatıyor aslında, gazetesindeki yanlışları okur adına düzeltirken..
1- Gazeteler sosyal medyada çıkan kaynağı belirsiz düzmece haberleri, hiç düşünmeden kullanıyorlar. Hatta Dr. Osman Müftüoğlu gibi, hem Hürriyet, hem de NTV gibi ülkenin iki önemli medya kuruluşunda çalışan Saygın bir uzman, Whatsapp denen ve herkesin, herkese, aklına gelen her şeyi yollamak için kullandığı “Bedava” bir iletişim ağından gelen palavrayı, Hürriyet’teki köşesinde yayınlayabiliyor.
2- Gazeteciler, ama muhabirlerden çok köşesi olanlar, PR şirketleri tarafından dünyanın dört bir yanına davetler alıyorlar. En iyi mevkilerde uçup, de luxe otellerde ağırlanıyorlar.. Sonra da o PR şirketinden gelen her türlü ricaya uyup, yolladıkları bültenleri konu yapıyorlar..
Mesela Hürriyet gazetesinde Ertuğrul Özkök gibi saygın bir gazeteci, ne idüğü belirsiz bir doktorla röportaj yapıp, insan ömrünü uzatan bir hapı ballandıra ballandıra anlatıyor. Ayni gazetede Ayşe Arman, Sertab Erener’le söyleşi yapıp, ayni hapı duyuruyor.. Bu arada Sertab Erener’in bu hapın Türkiye tanıtımında reklam panosu önünde şirket yöneticileri ile resimler çektirdiği, yani hapın duyurulmasında görev aldığı ortaya çıkıyor.
Mesele sadece Hürriyet değil tabii.. Ama Faruk, ülkenin en çok satan gazetesinin saygınlığını korumak için kelle koltukta savaşıyor. Gerçekleri tüm ayrıntılarıyla korkusuz yazıyor. (Google da “Faruk Bildirici Yazıları” yazın ve 6 Kasım tarihli yazısını ibretle okuyun lütfen.)
Gazetelerin ne idüğü gerçekten belirsiz sosyal medyayı, hem haber, hem köşe yazısı, hem de ana haber olarak nasıl sorumsuzca kullandıklarını en iyi bilenlerdenim..
Kanal D gibi bir kurum mesela, hem de Ahmet Hakan gibi bir sunucuyla, “Bu görüntüleri sosyal medyadan aldık. Nerde, ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Sonunda ne olduğunu da bilmiyoruz” diye yayınlayabiliyor, hiç sıkılmadan.. Oysa mesleğin ilk kuralının, “Haber Kim, Nerde, Ne zaman, Nasıl, Niçin sorularına cevap vermeli” olduğu (5 N, 1 K) stajyerlere birinci gün öğretilir. Haberin en az iki kaynaktan doğrulanması gerektiği de ikinci gün..
Whatsapp’tan hem de “Dünya Sağlık Örgütü (WHO) açıkladı” diye uydurmaya Hürriyet’in hem de uzman yazarı kanar mı, kanmalı mı?.
Dünyanın her ülkesinde, en saygın gazeteler, gazeteciler, tanıtımlara davet edilirler. Bazı şeyleri kullanmaları istenir.. Çünkü sonunda ortaya çıkacak şey haberdir.
Mesela yepyeni bir akıllı telefon, konuyu yazan uzman gazetecilere, piyasaya çıkmadan aylar evvel verilir ve ıcığı cıcığı ile tanımaları, üstünlük ve zaaflarını deneyerek öğrenmeleri sağlanır. Gazeteci de açık açık yazar..
“Falan telefonu altı aydır kullanıyorum. Şudur” diye..
Gazeteciler, çeşitli organizasyonlara da davet edilirler. Giderler.. Yazarlar.. Hem davetli olduklarını, hem gördüklerini..
Geçmişte hem gazeteci olarak pek çok davete katıldım. Hem de PR’cı olarak (Lufthansa’nın Türkiye PR Danışmanı olan Cüneyt Koryürek ağabeyimle, Delta Ajans adına), sayısız Türk Gazetecisini, sayısız yurt dışı davete götürdüm. Çoğunda Dünya Gazetelerinin Seyahat Yazarları da vardı. Bu da doğaldı.
Ama günümüz Türkiyesi’nde davetler ne acı ki, artık rüşvete dönüşüyor.. Kimin nereye, niçin gittiği belli değil..
İşin acısı, davetin sebebi, orda olan bir şeyin tanıtımı falan da değil çoğu zaman… İstenen bir PR şirketinin istediği şeyleri köşende yazman.. Davetin asıl sahibi PR şirketi sanki.. Sen yazdıkça davetler devam ediyor..
Böylece, günümüz gazeteciliğinin iki ana haber kaynağı oluşuyor..
1- Palavra sosyal medya..
2- Ismarlama PR bültenleri..
Olan da gerçek haber peşinde koşan, araştıran, bulan ve yazan gazetecilere oluyor. Okur onları da “Acaba” şüphesiyle okumaya başlıyor..
Gerçek gazeteciler, bu savaşı sürdürmek zorundalar. Meslekleri adına.. Kurumları adına.. Kendileri adına..”
***********
“Sevgili Dostum Ertuğrul Özkök, gene Türkiye’ye uğramadan bir yerlerden Mexico City’ye uçmuş.. Bir övüyor, bir övüyor, THY uçaklarının rahatlığını.. Anlatımından belli, birinci sınıf uçmuş. Asıl da ikramları yazmış.. Uçan şefleri mesela yere göğe koyamamış..
Doğru.. Güzel.. THY bu ikram sistemi sayesinde dünyanın en önde gelen hava yollarından biri haline geldi. Yoksa kullanılan uçaklar ayni Boeing’ler ve Airbus’lar.. Farkı yaratan servis..
Bunların hepsi tamam da Ertuğrul, THY’yi bu düzeye getiren Turkish Do&CO şirketinin işine son veriliyor. Üçüncü Hava Alanı’na, o muhteşem tesise taşınırken THY, hem de yüzde 50 ortağı olduğu Turkish Do&CO’yu bırakıp, yüzde 100 yabancı bir Singapur Şirketi ile anlaşıyor.
O niye yok tek satırla yazında..
“Bu muhteşem ikram şirketinden nasıl vazgeçilir” demiyorsun.
O zaman kızma ama, aklıma hemen THY ile ilişkilerin geliyor, bu kadar çok uçan bir gazeteci olarak..
THY uçuşlarını “Pas biletle olmasa bile” acaba, biletini up grade ettirerek mi yapıyorsun?. Ondan mı, o muhteşem ikramı yaparken, Do&Co’nun adını anmadan, THY’yi göklere çıkarıyorsun?.
Sakın “Haberim yok” deme.. Ben bile kaç kez yazdım. Senin gibi uçaktan inmeyen bir gazetecinin nasıl haberi olmaz?.”
Uluç’un dikkat çeken yazısına buradan ulaşabilirsiniz.