Cenk Gümüşcüoğlu yazdı: “Atmadığım tweetler #3; Brief’ten yarışmaya”
Önceki yazımda iletişimin marka değerine olan kalıcı katkılarından bahsettim.
Zaten bildiğiniz şeyleri anlattığımı düşünmüş olabilirsiniz ancak sorunların arkasında bilinmeyenler değil bilinip de uygulanmayanlar yatıyor.
Bugün İstanbul’da trafiğe çıkan sürücülerin araçta bir sinyal kolu olduğunu, dönüş yaparken onu kullanması gerektiğini bilmediğini varsayarsak sorunun temelini ıskalarız. İstanbul trafiği öyle bir hal aldı ki artık sinyal vermeniz için sizi teşvik edecek toplumsal bir talep de yok.
Çoğunluk, sinyal vermemenizi tepki gösterilecek bir kabahat olarak bile görmüyor.
Oysa kelebek etkisiyle yapılan her mikro ölçekli kabahat herkesin yaşam standartlarını olumsuz yönde etkilemeye yetiyor.
“Ürün satmamız lazım” demek brief değildir
Reklam ve pazarlama sektörünün içinden geçtiği kültürel değişim ve davranış alışkanlıklarının İstanbul trafiğinde araç sürmekten pek farkı yok. Konuyu baştan sona metaforlarla anlatmak mümkün. Güvenlik şeridinden giden, şerit artıran, sıraya aradan giren, olmayacak yere park eden, suçunu bir yerlerdeki tanıdıklarıyla çözebileceğini iddia eden vs. diye her bir kabahati sektörün şikayet konularıyla eşleştirebiliriz. Siz de kendi kendinize kafanızda üretmeye devam edersiniz. Bu kadar metafor yeterli, anlatmak istediğim şey “herkesin bildiğini sandığı ‘fundamental’ davranışların aslında çoğu zaman atlandığı” meselesi.
Bu kadar atlanan konulardan bence en önemlisi ise “brief”. Herkesin yazmayı bildiğini sandığı bu metnin maddesel karşılığı aslında sipariş. Bir restoranda “acıktım” demek yeterli bir brief olmayacaktır. Aynı şekilde “Ürün satmamız lazım” demenin de bir brief oluşturmayacağı gibi… Pazarlama departmanlarının bir süredir sorunlarını ve ihtiyaçlarını tanımlamada ve hedefe odaklı brief üretmede zorlandıklarını gözlemliyorum. Bunun sonucunda da neye odaklandığı belirsiz işler yayınlanıyor. Artan mecra ve iterasyonlar pazarlamacılarda odak kaybı yaratıyor olabilir. Her yerde her şeyi söyleyerek geniş bir marka bilinirliği oluşturacağını düşünenler bence yanılıyor…
İyi brief candır…
Markaların tüm dertlerini çözmeye çalışması, tüm pazarlama fırsatlarını yakalama gayreti yerine mesaj yalınlaştırmaları gerekiyor. Zira her pazarlama olasılığı için farklı bir mecra kullanımı markaları gittikçe anlamsızlaştırıyor ve marka tanınırlıklarını zayıflatıyor. İnsanlar gibi kompleks organizmalara benzeseler de markalar bir insana söylediğimiz “akıllı çocuktur”, “dürüst bir insandır” gibi basit ve tekil niteliklerle hatırlanırlar. İyi ve güçlü brief, yalın, cesur ve kararlı olan brief’tir. Bir brief ne kadar uzar ve detaylara boğulursa başarı olasılığı da genelde o oranda azalır. Brief yazmak sektörümüzün en kritik “fundamental” niteliklerinden biri ve iyi fikrin can dostudur. Odaklı ve tutarlı brief sonuç getirir, her türlü belirsizliği azaltır. İyi brief candır.
Markanızın ihtiyacını doğru tanımlamak için sıkı çalışın, sıkı brief’ler yazın, sıkı sonuçlar isteyin. Çünkü odaklı ve cesur bir brief almış ajansın güçlü ve etkin fikirler üretmek için önünde hiçbir engel yoktur.
Ödül vermeyen jürilere!
Bu ay hakkında tweet at(a)madığım ilave bir konuya daha değinmek istiyorum, çünkü yarışmaların takvimlerimizde yer kapladığı bir dönemdeyiz. Başvuruların ödüle layık görülmediği, dolayısıyla ödül verilmeyen veya ödül verilse de birinciliğin pas geçildiği kategorilerin yeterince tartışılmadığını düşünüyorum. Özellikle yarışmalarda ön elemeyi geçip kısa listeye kalmış işlerin son değerlendirmede jüri tarafından ödüle layık görülmediğini sıkça görüyorum. Bu durumun başvuru sahiplerinin kafasını karıştırdığını biliyorum. Bir kategorinin kriterlerini yerine getirip katılan işler arasında birinci sırayı alan işlere kimi zaman birincilik ödülü verilmemesinin neye faydası olduğunu da hiçbir zaman anlayamadım. Oysa her dönemin ekonomik dinamiklerinin farklı olduğu ve iş çıktılarının bu ekonomik koşullara göre şekillendiği bir ortamda yarışmalarda birincilik ödüllerinin verilmemesini sektöre yarar sağlayan bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Mesela UEFA’nın “Bu sene oynanan futbol bizi pek tatmin etmedi, nerede o 2005’teki Milan kadrosu? Bu sene CL’de şampiyonluk vermiyoruz” dediğini düşünsenize. Yarışmalar tüm taraflar için maddi ve manevi külfeti yüksek olan etkinlikler. Kategori enflasyonuyla artan başvuruların maddi sonuçları ne yazık ki manevi sonuçlarla örtüşmüyor. Bu gibi durumlar da yarışma kavramının doğasına zarar veriyor ve sübjektiviteyi sorgulatıyor.
Bu konuda jürilerin ya sonuçlara dair daha bilgilendirici olması ya da yarışma prensiplerinin daha bonkör olması gerektiğine inanıyorum. Tüm yarışmalarda yarışan marka ve ajanslara başarılar dilerim.
Cenk Gümüşcüoğlu yazdı: “Atmadığım Tweetler: #1 – Konkurlar”