Büyük depremin acısıyla milli yasa girdik. Resmi yas süresi doldu ama ülkenin büyük bir kısmı hala yasta. Yediği yemekten, sıcak yatağından utandığını söylüyor insanlar… Peki, bu his ne kadar sürecek? İnsanlar ne zaman iyileşecek? Oluşan bu kontrolsüz öfkenin kaynağı ne? Tüm sorularımızı psikolog, TV programcısı, eğitimci ve yazar gibi pek çok şapkasıyla topluma dokunan Profesör Doktor Üstün Dökmen’e sorduk.
Depremin yarattığı hasarları onarıp yaralarını sarmaya çalışıyor Türkiye. Ancak fiziki yaralar sarılırken psikolojik hasarlar da su yüzüne çıkıyor günbegün. Hayatta kalanlar gibi ülkede yaşayanların büyük bir kısmı da travma yaşıyor diyor Profesör Doktor Üstün Dökmen. Bu travmayla mücadele şeklimize de değiniyor. Mesela “bir çocuğun deprem resmi çizmesi umut vermeli” diyor ve bunu durumu kabullenme, iyileşme belirtileri olarak yorumlamamız gerektiğini söylüyor. Hemen herkesin dilinde olan “Utanç duyuyorum sıcak evimden, yediğim yemekten” söylemlerini sorduğumuzdaysa, bu utanç hissiyle yemeğini ısıtmadan yemeye başladığını açıklıyor tüm samimiyetiyle. Utanç duymalı ve rahatsız olmalıyız diyor Dökmen ve ekliyor: “Çünkü ancak yeterince rahatsız olan bir insan çabalar…”
Öncelikle uzun zamandır bu mesleği icra eden bir uzman olarak yaşadığımız bu afete verilen psikolojik reaksiyonlar sizi şaşırttı mı?
1999 depreminde Türk Psikologlar Derneği ile birlikte üç ay deprem bölgesinde çalıştık. Önceki depremi sahada tecrübe ettiğim için bu depremde beni şaşırtan hiçbir şey olmadı.
Çok sayıda yüreği güzel insanın yanında çok sayıda ahlaksız olduğunu da gördük. Yurt içinden ve yurt dışından çok güzel yardımlar yapıldı ancak yardımlar yerine nasıl ulaşacak bilmiyorum. Dünyanın her yerinde expat’larımız var. Bu okumuş aydın gençlerimiz ellerinden geleni yapıyorlar, çırpınıyorlar… Yurt içindeki gençlerimiz, vatandaşlarımız herkes bir şeyler yapmak için çabalıyor. Dayanışma içerisindeyiz. Bu çok güzel ancak bu arada enkazdaki kadının kolundan bileziklerini alan ahlaksızlar da var. Birileri depremden nemalanıyor, kendi kişisel ya da siyasi gelecekleri için depremden yararlanmaya çalışıyor. Böyle insanlar da var, samimi olarak gayret edenler de var.
Adını hiç vermeden yardım eden insanlar var Türkiye’de. Tarihte hepsine şahit olduk o yüzden hiçbiri şaşırtmıyor.
Yaşanan afet deprem bölgesindeki vatandaşları ve ülkenin geri kalanını nasıl etkiledi? Bu yaşanan acı iki grupta nasıl etkiler yarattı?
Depremi yaşamış olan insanlarla uzaktan tanık olanlar arasında bir benzerlik var. Uzaktan izleyen kişiler de travma geçirdiler.
Ancak elbette arada ciddi farklar da var. Deprem bölgesinde depreme şahit olan herkesin travma terapisi alması gerekiyor, Marmara depreminden sonra bunu zaten öğrendik. Travma terapisi özel bir uzmanlık alanı, her psikolog ve her psikiyatrist bunu yapamaz.
Uzaktan tanık olanlar daha az etkilendi ama herkesin psikolojisinde iz bırakan bir olaydı. Tabii öncelikli olan deprem bölgesidir. İlgili kuruluşlar Türk Psikologlar Derneği ve Türkiye Psikiyatri Derneği ellerinden geleni yapmaya çalışıyor.
Yaşanan felakete uzaktan tanıklık eden vatandaşlar yaşadıkları hayatın “normalliğinden” utandığını sosyal medyada sıkça dile getiriyor. Sizce bu his normal mi?
Zaten utanmak gerekiyor. Evet, gece sıcak yorgan örtmek rahatsız ediyor, yemek yemek rahatsız ediyor. Bakın ben yemeğimi ısıtmadan yiyorum. Bu son derece normal ama zaten şanslı insanların utanması gerekiyor. Niye? Pandemide öğrendik ki dünya çapında 3 milyar insanın evinde musluk yok, tuvalet yok. Şimdi zaten topu topu 3 milyar insan var; Güney Amerika’da, Afrika’da, Ortadoğu’da ve Asya’nın bir kısmında. O zaman tuvaleti olanlar bundan utanmalıydı. Eğer iki veya üç katlı bir eviniz varsa orada üç-dört tane tuvalet var. Herhangi bir apartman dairesinde iki-üç tuvalet var ve bundan utanmamız gerekiyordu. Hafiften utanmaya da başlamıştık, bu utanç normal. İnsanlar ancak utanırsa ve yeteri kadar rahatsız olurlarsa sıkıntıda olanlar için bir şeyler yaparlar.
Sosyal medyada tutulan yas biçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yasın içerisinde resmi evreler var. Şu anda toplum çok üzgün ve öfkeli. Bu bir gerçek.
Bu duyguların en yoğun yaşandığı yer de sosyal medya. Üç gün önce bir bakan deprem bölgesinde sorun yok dedi. Sorun yoksa biz burada neyi konuşuyoruz.
İnsanlar üzgün ve öfkeli… Sosyal medyada görüyoruz, ne diyor: “48 saat boyunca hiçbir yardım gelmedi bu ile.” “Ne oldu ne olmadı”dan da önce bilim insanlarının uyarılarını kimse ciddiye almadı. Kimse derken en yukarıdaki yöneticiden en alttakine kadar herkes. Tüm toplum, ben de sen de… Uzmanlar Pazarcık merkezli deprem olacak dedi. Kim onları ciddiye aldı? Belediyeler de almadı, üst yönetim de almadı. Ya “Olacak” diyor adam. Şimdi ise dünyanın en iyi bilim insanları yüzde 80 ihtimalle İstanbul’da deprem olacak diyor. Yine kimse ciddiye almıyor. Herkes suçlu. Madem bu yörede olacaktı neden oraya gerekli cihazlar yerleştirilmedi. Milyarlık bütçesi olan kuruluşlarımız var, başkanlıklar var… Bütçelerinin dörtte birini verseler fark yaratırdı. Muğla’dan enkaza kepçe gidiyor. Batılı arama kurtarma ekipleri de kepçe kullanımını eleştiriyor. Çünkü kepçeyi daldırdığın an yaralıyı da yok ettin gitti.
Naci Görür Hoca semtine kadar söyledi. Sen o zaman bütün o bölgeye gereken cihazları yerleştirip çadırlar koyacaktın. Ankara’da kar yağacak deniyor sabah uyandığımda bakıyorum her köşe başında yolları açmak için bir araç var. O gün kar yağmasa da belediye koyuyor. Şu mantık çok yanlış “kar yağsın o zaman bakarız.” Hayır, kar yağmadan koyulmalı. Burada da “deprem olsun bakarız” dedi hem devlet hem de vatandaşlar.
Bu ülkede hekime çok yüksek düzeyde saldırı var, niye? Bilime saldırıdır bu. Jeoloji profesörüne saygı yok, bilime saygı yok. Deprem tatbikatı bile yapmamışız. Yok, tatbikat yok. İstanbul depremi gelecek eli kulağında diyorlar, İstanbul’da tatbikat var mı? Hangi birlik hangi bölgeye desteğe gidecek biliniyor mu? Yok. 20-30 sene önce vardı, şimdi yok.
Birincisi bilim insanları ciddiye alınmadı ikincisi de deprem tatbikatı yapılmadı. Şimdi hep diyorlar “deprem öldürmez bina öldürür.” Hayır bina da öldürmez cehalet öldürür.
10 ile ait kasabaların hepsi yıkıldı, bazısı daha çok yıkıldı. Bir tek Erzin kaldı. Hatay’ın Erzin ilçesi. Bir tane apartman yıkılmadı, bir kişi ölmedi. Çünkü Erzin Belediye Başkanı namuslu bir insanmış. Usulsüz bir tane ruhsat vermemiş. Herkes kızmış ona “Başkan ne yapıyorsun, bizi mağdur ediyorsun” demişler.
1999’daki Marmara depreminde de Kocaeli Dilovası’na bağlı Tavşancıl’daki binalar yıkılmamıştı. Çünkü Belediye Başkanı kuralları uygulamış. O gün Tavşancıllılar bugün de Erzinliler mağdur olmadılar. Kayseri’de orta düzey esnaf olan kayınpederimin 35 yıl önce bana anlattığı bir olay var. Bundan 40 yıl önce Kayseri’de halk demiş ki, “Ya bu belediye başkanı çok dürüst değil, dürüst bir belediye başkanı seçelim.”
Kayseri’de eczane açan bir genç için demişler ki bu becerikli bir adam, dürüst de… Bunu aday gösterelim. Bu genci ziyarete gidiyor eşraflar, döndüğünde soruyor diğerleri nasıl buldunuz bu eczacıyı. Valla diyorlar bize yaramaz, “fazla dürüst”. Yani halkımız üçkağıtçı yönetici istemediği gibi çok dürüst yönetici de istemiyor. Biraz dürüst olsun diyor. Deprem bölgesinde yıkılan bütün ilçelerin belediye başkanları yeteri kadar dürüstmüş. Tüm imza verenler yeteri kadar dürüstmüş ama Erzin Belediye başkanı yeteri kadar dürüst değilmiş, yüzde 100 dürüstmüş. Bize pozitif bilime yüzde 100 kulak veren, yüzde 100 dürüst yönetici gerekiyor.
İnsanlar çok büyük bir öfke patlaması yaşıyor. Yaraları sarmak için elinden geleni yapmadığına inandığı kurum ve şirketlere yöneltilen bir öfke söz konusu. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Güzel bir atasözümüz var: “Davacının aptalı derdini mübaşire anlatırmış.” Hikaye şöyle; Adam davaya gidiyor utanıyor, çekiniyor ve hakime derdini tam olarak anlatamıyor. Çıkıyor koridorda derdini mübaşire anlatıyor, oh rahatlıyor. Bu olayda o kurum yardım etmedi, bu kurum eksik yaptı diyerek büyük bir öfke duymak derdini mübaşire anlatmak demek. Aslında burada bir cinayet var. Bu cinayetten bu ülkedeki herkes sorumlu. Ben de sen de… Naci Görür iki yıldır burada deprem olacak diyor, vatandaş olarak “Ya şu adamı dinleyin” diye kıyamet kopardık mı? Yok. Hepimiz suçluyuz ancak sorumluluğu olan kişiler daha fazla suçlu. Tüm belediye çalışanları da suçlu… Erzin hariç.
Çocuklar deprem kaygılarıyla nasıl baş edebilir?
Psikologlarımız çok yoğun çalışıyorlar, iki-üç hafta geçince travma terapileri başlayacak. Travma terapisi hemen olmaz. Enkazdan çıkmış, binasının yıkıldığını görmüş kişiye hemen travma terapisi verilmez. Yaklaşık üç hafta geçmesi gerekiyor. Ancak çocuklara hemen destek olunmalı.
Marmara depreminde de gördük çocuklar üç gün sonra deprem resmi çizmeye başlıyorlar. Çizsinler. Depremin resmini çizmeye başladı mı “deprem kaygısıyla baş etmeye başladı” demektir. Deprem oyunları oynamaya başlayacaklar. Oynasınlar. Bu depremle baş etmeye başladılar demektir. Deprem oyunları oynamak onların kaygılarını azaltır.
Yetişkinlerin kaygılarının azalmaya başladığını ne zaman anlayacağız?
Biz deprem resmi yapmıyoruz, deprem oyunu da oynamıyoruz. Yetişkinler bir süre sonra depremle ilgili espri yapmaya başlayacaklar. Bu deprem kaygısıyla baş etmeye başladılar demektir. Espri yapmak ayıp değil. Dalga geçmekten bahsetmiyorum tabii ki. Kimse dalga geçmez, geçmemeli.
1999 depreminin üzerinden çok zaman geçti ancak o acı günün çocuklarında hala travmalar var. Şimdi baktığımızda da depremi bizzat yaşayan ya da uzaktan şahitlik eden birçok çocuk var. Nasıl bir nesil yetişecek?
Bir nesil galiba ziyan oldu… Pandemi oldu okulları kapattılar. Pandemi döneminde dünyada okulları en uzun kapatan ikinci ülkeydi Türkiye. Pandemi oldu okulları kapattık, deprem oldu üniversiteleri kapattık. Bir nesil gitti. Niye gitti? Cahil bir nesil isteniyor. Birkaç yıl önce atanmış bir rektör ve aynı zamanda profesör olan biri ne dedi? “Ben vatandaşın cahil olanını severim” dedi. Bir nesil gitti zaten, al sana cahil vatandaş. Psikolojik etkiyi bir kenara bırakalım cahilleşiyoruz. Uzaktan tıp eğitimi, mühendislik eğitimi olur mu? Hadi sosyoloji belki olur, hukuk belki. Bakın emin değilim, belki. Ama hasta görmeden, kadavra görmeden, hocanın yüzünü görmeden tıp eğitimi olmaz. Üniversiteleri kapatmanın hiçbir geçerli nedeni yok. Ege ve Akdeniz kıyamet gibi tatil otelleriyle dolu, yerleştir oraya. O kadar çok yardım toplandı ki devlet otelleri fonlayabilir. İlk akla gelenin yurtlar olması bir ülkenin geleceğini yok saymak demektir.
Depremzede çocukların ve yetişkinlerin fotoğraflarının sosyal medyada ve basında dolaşımda olması onların psikolojisi üzerinde nasıl bir etki yaratıyor? Gelecekte ne gibi sorunlara yol açabilir?
Özellikle çocukların fotoğraflarının dolaşması uygun değil. Kimin ne amaçla bakacağını kontrol edemeyiz. Çok yanlış. Belki o fotoğrafları çekerken enkazdaki ölülerin üzerine basıyorlar. Tabii ki uygun değil.
Bazı ülkelerde parkta gördüğünüz bir çocuğun dahi fotoğrafını çekmeniz, yasaktır. O çocuğun ailesi derhal silmenizi ister, silmezseniz polisi çağırır ve şikâyet oluşturur. Polis fotoğraf makinenizi alıp siler. Anne ve babadan izinsiz bir çocuğun fotoğrafını çekemezsiniz. Yetişkinlerin de izinsiz fotoğrafını çekemezsiniz. Bu sadece duyarsız bir davranış değil aynı zamanda suçtur.
Bu süreçte kitle iletişimi açısından topluma nasıl yaklaşılmalı? İnsanlar öfkeli ve iyi niyetli mesajları bile yanlış anlayıp tepki gösterebiliyorlar? Hangi mesajları duymaya ihtiyaçları var?
Tepkinin sebebi devletin beklentilerini karşılamamış olması. O bölgede Türk Kızılay’ın depolarının dolu olması gerekiyordu. Ordular zamanında devreye alındı mı? Yok.
Şimdi ise X markası yeterince yardım etmedi Y markası eksik yaptı deniliyor. Bu çok gereksiz bir tepki. Az önce bakıyorum deprem haberlerine birileri sürekli reklam vermeye çalışıyor; yatak, yorgan, yastık. Bu çok gereksiz. Aralarda isim analistleri ve astrologlar çıkıyor, insanlara geleceğini anlatıyor. İsim analizi ve astroloji bilim dışıdır.
Depremzedelerle iletişim kurmak bir uzmanlık işidir. Eğer bir vatandaş evinde depremzedeyi ağırlıyorsa normal davranmalı. İçinizden ağlamak geldiği zaman ağlayın ama sakın akıl vermeye kalkmayın. “Aileniz öldü ama çok şükür siz hayattasınız” demek kibar bir davranış değil. Siz yanlarında olun ve bu işin terapisini uzmanlara bırakın.
Türkiye seçim dönemine ekonomik kriz ve deprem etkisiyle giriyor…