Televizyon yayıncılığının nabzını tutan, sektörün dönüşümünü yakından takip eden bir isim Aslı Yaşaroğlu. Ancak şimdi gündeminde o dönüşüme yön vermek var… Televizyon Yayıncıları Derneği’nin (TVYD) ilk kadın Başkanı olarak göreve başlayan Yaşaroğlu, yalnızca sektörün geleceğine dair vizyonuyla değil, kadınların karar alma mekanizmalarındaki temsiline verdiği önemle de dikkat çekiyor. Onun için bu koltuk bir unvandan çok daha fazlası: Hem gurur hem de sorumluluk. Dijitalleşme, içerik üretiminde yeni trendler, reklam dünyasının değişen dinamikleri ve televizyonun gelecekteki rolü… Hepsine dair güçlü bir bakışı, vizyoner bir yaklaşımı var. Oy birliğiyle dernek Başkanlığına seçilen Aslı Yaşaroğlu ile televizyonun dönüşümünü, dijital platformlarla rekabetin sektör için ne ifade ettiğini ve elbette dudak uçuklatan yapım maliyetlerini konuştuk… Sektördeki rekabete de değinen Yaşaroğlu “İyi içerik üreten yürüyüp gidecek” diyor…
Oy birliğiyle TVYD’nin ilk kadın Başkanı seçildiniz… Bu sizin için ne ifade ediyor? Hedefleriniz neler?
TVYD’de ilk kadın Başkan olmak benim için hem gurur verici hem de önemli bir sorumluluk. Televizyon yayıncılığı gibi etkisi yüksek bir alanda kadın temsiline katkı sunmak beni ayrıca motive ediyor. Kadınların karar alma süreçlerinde daha fazla yer alması gerektiğine inanıyorum. TVYD gibi köklü bir dernekte bir kadın olarak yer almak bana hem cesaret veriyor hem de inanılmaz bir deneyim sağlıyor. Hedeflerim arasında derneği daha kapsayıcı ve sürdürülebilir kılmak, dijitalleşmeye daha fazla yatırım yapmak ve sektörün görünürlüğünü artırmak var. Ayrıca gönüllülük kültürünü de güçlü tutarak, sevgi ve emekle büyüyen bir yapı oluşturmak istiyorum. Tüm kanallara seçilmemde çok destek oldukları için tekrar teşekkür ediyorum.
TV sektörü markalar için uzun yıllar ana mecra olarak konumlandı. Sizce bu konumlama hala devam ediyor mu? Sektörü nasıl bir gelecek bekliyor?
Televizyon sektörü uzun yıllar ana mecra olarak çok güçlü bir konumdaydı. Ancak bugün dijital platformların yükselişiyle birlikte izleyici alışkanlıkları değişiyor. TV hala geniş kitlelere ulaşmada önemli bir araç ancak sektörde çeşitlenme ve dönüşüm kaçınılmaz. Gelecekte televizyonun, dijital mecralarla entegre çalışan, içerik üretiminde ve dağıtımında daha esnek ve yenilikçi bir yapıya dönüşeceğini düşünüyorum. İzleyicinin beklentilerine hızlı yanıt veren, çoklu platformlarda var olan bir sektör bizi bekliyor.
Dijital platformlarla televizyonlar arasındaki rekabeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu rekabetin hem izleyicilere hem yapımcılara hem de yayıncılara getirileri neler?
Dijital platformlarla televizyon arasındaki rekabet, sektörün dinamizmini artıran doğal bir süreç. İzleyici artık sadece izlemekle kalmıyor, deneyim istiyor; bu da bizleri daha yaratıcı olmaya zorluyor. Yapımcılar için bu çeşitlilik, farklı hikayeler anlatmak ve yeni formatlar denemek anlamına geliyor. Yayıncılar ise hem teknolojiyi hem de izleyici beklentilerini iyi okumak zorunda. Sonuçta, bu rekabet herkesin işine olumlu yansıyor; daha kaliteli ve çeşitli içerikler izleyiciyle buluşuyor. Daha çok iyi hikayelere ihtiyaç duyuluyor. Daha çok oyuncu alternatifine bakılıyor. Aslında bu genç medyacılar için büyük şans. İyi içerik üreten sektörde yürüyüp gidecek.

TV kanalları ve dijital platformlar aynı hedef kitleye ulaşmak için yarışıyor ancak farklı vergilendirme ve denetleme süreçlerine tabiler. Bu durum rekabette nasıl dezavantajlar yaratıyor?
Öncelikle TV kanalları ve dijital platformların aynı hedef kitleye ulaştığını düşünmüyorum. Bu konuya üç farklı açıdan bakmakta fayda var. İçerik olarak bakarsak, dijital platformlar konusal anlamda daha serbest, TV kanalları bazı kurallar çerçevesinde içeriklerini sınırlı tutmak durumunda. Reklam tarafından bakacak olursak, TV kanallarında reklam uygulamaları; Avrupa Birliği standartları, RTÜK, Rekabet Kurumu ve yıllar içinde reklamveren, yayıncı ve izleyici arasında oluşmuş etik kurallar çerçevesinde yürütülüyor. Dijital mecralarda ise reklam süreçleri, platformların kendi politikaları doğrultusunda şekilleniyor. Aralarındaki bu farklılık, her iki mecra için de farklı avantajlar ve dinamikler yaratıyor.
Vergilendirme ve denetleme süreçlerine gelirsek de iki taraf arasındaki fark belirgin anlamda ayrışıyor. Tabii bu da rekabet dinamiklerini etkileyebiliyor. İçerik üretimi, yatırım süreçleri ve hız açısından zaman zaman farklı avantajlar, dezavantajlar ya da sınırlamalar ortaya çıkabiliyor. İlerleyen süreçlerde TV tarafı için daha rekabetçi olması açısından olumlu ve gerekli düzenlemelerin yapılacağını umuyoruz. Aslında ücretli televizyon bizi dezavantajlı bir duruma sokmuyor, orada para kazanmada asıl rol abonelikte, reklamda değil. Bundan dolayı zaten çok sınırlı reklam yayını var…
İzleme alışkanlıklarındaki yeni trendler neler? İzleyiciler daha çok hangi tür programları talep ediyor?
Son yıllarda izleme alışkanlıkları hızla değişiyor. İzleyiciler artık daha kısa, hızlı ve kolay tüketilebilir içeriklere yöneliyor. Aynı zamanda gerçek hayat hikayeleri, belgeseller ve yerli yapımlar daha fazla ilgi görüyor. Program seçimlerinde eğlenceyle bilgi arasındaki denge çok kritik. İzleyici artık sadece vakit geçirmek istemiyor; aynı zamanda hayatına dokunan, samimi ve özgün içeriklere yöneliyor. Drama dizileri, yarışmalar ve güncel konuları ele alan programlar hala çok tercih ediliyor ama en çok da izleyicinin kendini bulduğu, samimiyetle anlatılan ve sıcaklığı hissedilen içerikler ilgi görüyor.
Özellikle genç kuşak TV içeriklerini nasıl tüketiyor? TV’nin gelecekteki izleyici kitlesi hakkında öngörünüz nedir?
Gençler artık televizyonu sadece oturup büyük ekranda izlemiyor, her an her yerden takip ediyor. Telefon, tablet derken dijital dünya onların ana mecrası oldu. Bu durum bizi hem zorluyor hem de daha yaratıcı olmaya itiyor. Geleceğin izleyicisi bence böyle çoklu ekranlarda, özgürce istediği içeriğe ulaşan, esnek ve seçici bir kitle olacak. Bizim de işimiz hem klasik izleyiciyi unutmadan hem de gençlerin ruhuna dokunan, yenilikçi işler yapmak. Çünkü televizyon değişiyor, biz de onunla birlikte değişmeliyiz.
Sektördeki en önemli gündem maddelerinden biri de yapım maliyetleri… Ciddi rakamlara ulaşan maliyetler sektörü nasıl etkiliyor?
Yapım maliyetleri yükselince iş biraz daha zorlaşıyor tabii. Çünkü kaliteli iş yapmak istiyorsak, bütçeyi doğru kullanmak ve kaynakları verimli yönetmek şart oluyor. Bu durum bazen projeleri seçerken daha dikkatli ve seçici olmamıza neden oluyor ama aynı zamanda bizi daha yaratıcı çözümler aramaya da itiyor. Sonuçta, maliyetler artsa da işin kalbinde her zaman iyi hikaye ve emek var. Biz de sektör olarak bu dengede yürüyüp, izleyiciye dokunan işler üretmeye devam edeceğiz.
Televizyon reklamcılığında son yıllarda ne gibi değişiklikler yaşandı?
Reklamverenlerimiz ve reklam ajanslarımız ile beraber oluşturduğumuz mecramızı tutarlı fiyat ve yayın politikalarıyla hassasiyetle yönetmeye devam ediyoruz. Reklamlar her zamanki gibi hedef kitleye göre hazırlanıyor ve dijital mecralarla birlikte planlanıyor. Böylece izleyiciye daha doğru zamanda, daha ilgi çekici içeriklerle ulaşmak mümkün oluyor. Kendimizi daha fazla anlatmamız gerektiği ortaya çıktı, bunu çok etkin bir şekilde yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz…

Son dönemde reklamverenlerin en çok şikayetçi olduğu konulardan biri de TV reklam fiyatlarındaki artışlar… Siz bu eleştirileri nasıl yorumluyorsunuz? Reklam sayılarındaki artış ya da azalış eğilimi hangi yönde ilerliyor?
Bu konuya tarafsız bir gözle bakıldığında, televizyon mecrasına yönelik eleştirilerin bugün geldiğimiz noktada haklılık payı taşımadığını düşünüyoruz. Şöyle ki; televizyon kanalları özellikle 2019 yılına kadar yoğun rekabetin etkisiyle, ülkemizdeki enflasyon ve döviz kuru artışlarına rağmen reklam fiyatlarında gerekli güncellemeleri yapamadı. Daha sonra televizyon kanalları, diğer sektörlerdeki mal ve hizmet sağlayıcılar gibi, sürdürülebilirlik adına hak ettiği fiyatı belirleyip bu fiyatın arkasında durmaya başladı. Reklamverenler, kendi ürün ve hizmet fiyatlamalarıyla televizyon reklam fiyatlarını 10–15 yıllık bir perspektiften karşılaştırdıklarında, reklam fiyatlarındaki artışların abartılı olmadığını açıkça görebilir. Ayrıca televizyonun kişi başı erişim maliyetinin hala en düşük mecralardan biri olduğu da net biçimde ortada.
Türkiye’de televizyon yayıncılığını diğer ülkelerle kıyasladığımızda gelişime açık alanlar hangileri olarak öne çıkıyor?
Türkiye’de televizyon yayıncılığı iyi bir noktada ama gelişmeye açık alanlar var tabii. Dijitalleşmeye biraz daha hız vermemiz, televizyonu farklı platformlarla daha iyi entegre etmemiz gerekiyor. İçerik tarafında ise diğer ülkelere göre daha iyi durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. İçeriklerimiz tüm dünyada izlenmeye ve kıtalara yayılmaya devam ediyor. Uluslararası platformlarla yarışmak için önce kendi hikayemize güvenmemiz gerekiyor. İzleyicinin kalbine dokunan, bizim kültürümüzden ama evrensel duygular barındıran içerikler üretmek şart. Tabii yapım kalitesi de önemli, teknolojiyi iyi kullanmazsak olmaz. Özetle, kendi güçlü yanlarımızı parlatırsak, dünya bizi daha çok dinler.
Tüm dünya yapay zeka gündemine kilitlenmiş durumda. TV sektöründe yapay zekanın işlevini nasıl tanımlıyorsunuz?
Yapay zeka, televizyon sektöründe iş süreçlerini hızlandıran ve verimliliği artıran önemli bir araç haline geldi. İçerik üretiminden izleyici davranışlarının analizine, yayın planlamasından reklam hedeflemeye kadar pek çok alanda bize destek oluyor. Ama şunu da biliyoruz ki, işin özü hala insan yaratıcılığı ve duygusu. Biz ülke olarak iyi hikayelere sahibiz, yapay zeka ile bunu bir araya getirirsek tüm dünya bizi daha çok izler. Ama sonuçta TV içeriklerinin her zaman insan zekasına, yaratıcılığına ve kalbine ihtiyacı var.
“Yapay zeka pazarlamacıların işini elinden mi alacak?” Yanıt Marketing Türkiye Ekim sayısında!