“Onu alma beni al” ve bazı iletişim kazalarımız
Mayıs ayı boyunca dikkatimize takılan iletişim kazalarını hatırlamakta yarar var. Kazalar karşısında timsah gözyaşı dökmek amacıyla değil, kıssadan hisse çıkarmak için…
Liste hazırlasak, bir numaraya Ekrem İmamoğlu’nun iletişimini koyardık. Bayram’da yaptığı, seçim gezisi olarak algılanan Doğu Karadeniz seyahati bir iletişim kazası değildi. Sadece akrabalarını ve aile büyüklerinin kabirlerini ziyaret edip dönseydi tabii ki çok daha iyi olurdu. Yine de ne meydan konuşmaları bir iletişim “sorunu” idi ne de kafasında hayli iğreti duran Ecevit şapkası…
Bizce iletişim adına iki yanlış vardı bu gezide: Birincisi, malum fotoğrafla ilgili… İmamoğlu, gezisine dilediği gazeteciyi davet edebilir, onlarla da dilediği vasıtaya binebilirdi. Oysa o vasıtanın içinde Cumhurbaşkanı’nı “taklit ettiği” duygusuna neden olan fotoğrafı çekmek, bunu bir de servis etmek bambaşkadır.
Vız gelir tırıs gider
İletişim kazasına son noktayı koyan ikinci yanlış ise kamu vicdanını hiçe sayarcasına kendini eleştirenlere cevaben “Vız gelir, tırıs gider” demesiydi. “Sinek küçüktür ama mide bulandırır” sözü, irili ufaklı bütün iletişim kazalarında olduğu gibi burada da geçerliliğini gösterdi.
Bir başka iletişim kazasına ise Kandil gecesi rakı içen gençler vakasında şahit olduk.
Bir şeyi “yapmak” ile onun “iletişimini yapmak” arasındaki uçurumun bazen ne kadar açılabileceğinin çarpıcı bir örneği idi. O fotoğrafı bağıra bağıra Instagram’a koymasalar, koysalar dahi üzerine “Kandil gecesi özel… Rabbim kabul etsin” yazmasalar belki de pek bir şey olmayacaktı. Ancak kendinizi, halkımızın “Kör kör parmağım gözüne” dediği türden durumlara düşürdüğünüzde “iletişim kazası” kaçınılmaz olabiliyor.
Bu kazada bir de “toplumun kültür ve değerlerine” duyarlı olmanın pek de gerekli olmadığını savunanlar da çıkıvermedi mi ortalığa. En ilginç “yan ürünler” de onlardı.
NATO’da kriz
Bir de nur topu gibi “uluslararası iletişim kazası” vardı. İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde durdu durdu, dedi ki: “NATO’daki bütün ülkelerin desteğini istiyoruz. NATO’nun önemli ülkeleri bizim arkamızda. Bizimle ve o ülkelerle iyi geçinmek, Türkiye’nin çıkarına olur.”
Bu hesapsız kuralsız, özensiz açıklamanın tetiklediği uluslararası kriz, en çok da İsveç ve Finlandiya’ya zarar verdi… Şimdi de “Bir yolunu bulur, anlaşırız” türünden kıvranmalar içindeler.
Kendi krizini kendi yarattı
Kendi krizini, kendi iletişim kazasıyla yaratmak konusuna bir örnek de gıda sektöründen… Midyeci Ahmet olarak bilinen Ahmet Çiçek ile eski eşi Deniz Çelebi, anlaşmalı boşanmışlar. Anlaşma gereği Midyeci Ahmet Beşiktaş Şubesi’ni, eski eşi Deniz Çelebi’ye devretmiş. Buraya kadar bir şey yok. Her boşanmada olabilecek türden medeni işler.
Bir süre sonra ise Ahmet Çiçek, devrettiği dükkânın tam karşısına aynı isimle şube açmış. Burada da bir şey yok. Şimdi “bir şeyin” olduğu yere geliyoruz… Ahmet Çiçek, sosyal medya hesabından eski eşinin işlettiği şubeyle ilişkilerinin kalmadığını ve oraya ürün sağlamadıklarını açıklayıvermiş.
Yani diyor ki; “Onu alma beni al!..” İşte bu olmamış! Boşanmış bir kadından daha “haklı” kim olabilir? Boşanmış ve mağdur edilmiş bir kadın…
Nitekim Deniz Hanım da gereken hukuki adımları atmaya başlamış. Midyeci Ahmet iyi bir markadır. Bizim küçük oğlan da hastasıdır. İnşallah bu iletişim krizini kolayca atlatırlar.
Emekliler büyüyünce ne mi olacak?
Reklam kuşağında karşımıza çıkan bir soru: “Baba, sen büyüyünce ne olacaksın?” Baba önce duraksadı: “Ne mi olacağım?” Sonra pek çok “büyükten” yanıtlar gelmeye başladı: “Ben öğrenci olacağım… Ben filmci olacağım… Yolda olacağım… Koyda olacağım… Sessiz olacağım… Ben sesli olacağım; yihuuu… Sahaya hâkim olacağım… Sakin olacağım, aaayyy… Âşık olacağım…”
Sonra ilk sorunun muhatabı babayı tekrar gördük: “Ben iyi olacağım”… Bir anne de devamını getirdi: “Hem de çok iyi…” En sonunda da packshot: “İyi ki büyüyünce yapılacak çok şey var. AgeSA Hayat Emeklilik ‘keşke’ler yerine ‘iyi ki’ler çoğalsın diye var…”
Önce yeni bir sigorta şirketi lanse ediliyor sandım. Arkadaşlar duruma uyandırdılar… Sigorta sektöründe bilinen AvivaSA’nın hisseleri Ageas tarafından alınmış, adı da AgeSA olmuş. Ancak, sanki ruhu da değişmiş… Bizim meslektaşlar yaptıkları işi, belki biraz da abartarak; “Fikir, ürün veya hizmet değil, “mana satıyoruz” diye tanımlarlar. Bilindiği üzere, satın alma davranışlarıyla ilgili şu saptama yapılır: “İnsanlar maddi nedenlerle ya da mantıklarına dayanarak değil, duygularıyla karar verirler.”
Bu saptamaların ışığıyla baktığımızda Age- SA’nın reklam filminin tüm zamanların en iyi mesaj taşıyıcılarından biri olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz. Özellikle “Bireysel Emeklilik Sistemi konusundaki mesajları bundan daha iyi taşıyacak bir yaklaşım olabilir miydi?” diye insanın sorası geliyor… 4129Grey ajansını, yapımcı firma Torpido Film’i ve bu fikre yeşil ışık yakan sigorta firmasının yöneticilerini yürekten kutluyoruz.