İpek Duben’in “Ten, Beden, Ben” sergisi Salt Beyoğlu’nda
İpek Duben’in kırk yılı aşan pratiğini yansıtmak üzere hazırlanan en kapsamlı sergisi SALT Beyoğlu’nda gerçekleştiriliyor. İşlerinde sıkça kullandığı kendi beden imgelerinden esinle adlandırılan Ten, Beden, Ben, erkek şiddetinden toplumsal cinsiyete, yerinden edilme ve göçten tüketim alışkanlıklarına uzanan konuları irdeleyen sanatçının üretimine yeni bir bakış sunuyor. Sergi, Duben’in 1980’lerin başındaki resim ve desenlerinden 2020 tarihli Angels and Clowns’a [Melekler ve Soytarılar] birçok işini yeniden değerlendiriyor.
Bir desen ve on bir resimden oluşan Şerife (1980-1981) serisi, Duben’in yerel bir bağlamda göç, “öteki”ne bakış ve toplumsal cinsiyet konularını ele aldığı ilk işidir. Sanatçı, kız kardeşinin evine temizliğe gelen Şerife’nin başsız ve bedensiz portreleri için pazardan satın aldığı bir elbiseyi doldurup canlı modelin yerine koyar. Böylece Şerife’nin temsilî bir modelini yaratır. Toplumsal varlığı ve emeği görünmez kılınan kadınları gündeme getirerek feminist bir tavrı yansıtan resimler, kültürel gelenek ve âdetlerle kırsal ve kent yaşamı arasındaki geçişlere de işaret eder. Bir gazete kupüründen yola çıkan Adale Adam (1988) üçlemesinde ise kaslarıyla böbürlenen, çıplak gövdesini teşhir etmekten kaçınmayan bir erkek figürü var. Şerife’nin mazbut hâlinin aksine, dimdik gövdeleriyle resmin yüzeyini kaplayan bu anonim adamlar tehditkâr görünürler. Sergide peş peşe yer alan bu iki seri, toplumsal cinsiyet temelli beden temsilleri arasındaki eşitsizliğe dikkati çeker.
Duben, 1984 yılında Londra’daki Victoria and Albert Museum’da Moğolistan’dan İran’a uzanan geniş bir coğrafyadan minyatürleri inceleme fırsatı buldu. Boyalı yüzey, figürün temsilî özellikleri ve mekân yapısıyla kompozisyonuna dair gözlemleri üretimini derinden etkiledi. Dışavurumcu pratiklere özgü enerji ve hareketle minyatürün durgunluğunu bir araya getirme çabası, aynı zamanda, doğup büyüdüğü İstanbul’dan öğrenim için Chicago’ya giden sanatçının varoluşsal çelişkilerini de yansıtıyordu. Duben, Doğu-Batı ayrımında bir kadın olarak konumunu irdelemeye İzler (1990-2021) ve Kayıt (1991-1992) resim serileriyle başladı. Kavramsal arayışlarına uygun bir şekilde enstalasyon ve kitap sanatına yöneldiği Manuscript 1994 [El yazması 1994] (1993-1994) ile pratiğinin ana damarlarından birine dönüşen bu konu, önce Manuscript X [El yazması X] (2010-2012) sonra Suspended [Muallak] (2012-2018) ile günümüze dek varlığını sürdürdü.
New York’ta geçirdiği 1990’lar, Duben için eğildiği konularla farklı form ve malzemeleri buluşturduğu yeni bir özgürleştirici evrenin başlangıcı oldu. 2000’lerin başında erkek şiddeti ve zorunlu göç hikâyelerine yoğunlaştı. Türkiye ve ABD basınında çıkan kadına şiddet olaylarını derlediği LoveBook [Aşk Kitabı] (1998-2000) ve aynı temel üzerine inşa ettiği LoveGame [Aşk Oyunu] (1998-2001) enstalasyonları, sanatçının giderek artan atmosfer yaratma isteğini görünür kıldı. 2003 tarihli What is a Turk? [Türk Nedir?] işinde “öteki” olana ulus kimliği üzerinden yaklaşırken Farewell My Homeland [Elveda Yurdum] (2004) ile odağını -din, dil, etnik köken fark etmeksizin- yerinden edilenlere çevirdi. Sanatçının son yirmi yılda yaşanan sosyal, kültürel ve ekonomik dönüşümlere dair gözlemlerinden doğan Melekler ve Soytarılar serisi bir kesimin yıkıcı kayıplarını görmezden gelerek tüketim aşırılıklarını normalleştirmiş yeni dünyanın çelişkilerini konu ediniyor.
“Türkiye’nin İlk Bilinç Dışı İmgeleri Sergisi: Öz’e Dönüş” 14 Ocak’ta kapılarını açıyor!