Komedi dünyasında hem kamera önünde hem de arkasında duran, kendine özgü mizahıyla izleyicinin gönlünde taht kuran bir yetenek Gupse Özay… Senarist, oyuncu ve yönetmen kimliklerini başarıyla birleştiren Özay, yarattığı karakterlerle özellikle kadınların iç dünyasına esprili bir pencere açıyor.
Kendi yazdığı ve başrolünde yer aldığı “Platonik: Mavi Dolunay Otel”, onun kariyer yolculuğunda yeni bir dönemi işaret ederken, kadınların komedi dilini nasıl dönüştürdüğüne dair de önemli ipuçları sunuyor. Gupse Özay ile “Platonik: Mavi Dolunay Otel”in yaratım sürecini, komedyen bir kadın olarak sektördeki yerini, mizahın toplumdaki dönüşümünü ve reklam dünyasına dair düşüncelerini konuştuk…
“Platonik: Mavi Dolunay Otel” projesi nasıl çıktı ortaya? Bu projeyi hayata geçirirken sizi en çok cezbeden unsur neydi?
Ben genelde çatışmayı hep kadınlar arasında kuruyorum. Bu sefer de iki kız kardeşin etrafında dönen bir hikaye hayal ettim. Kardeşleri oluştururken ise sosyal medyada çok popüler olan iki ana başlık üzerinden gittim. Birincisi kendini keşfetmek veya hayatındaki mutluluk arayışını spiritüel kamplarda arayanlardı. Dolayısıyla bir kardeşi kişisel gelişim takıntısını simgeleyen bir kardeş yaptım. Diğeri de güzellik ve makyaj trendlerine kapılıp bütün odağını dış görünüşüne verip mutluluk arayanlar başlığındaydı. Onu da güzellik takıntılı yaptım. Komedi olduğu için bu kardeşlerin takıntılarını absürt ve abartılı bir dilde anlatabildik. Diğer karakterlere ise yine bu iki ana çatı etrafında dönen yardımcı uydular diyelim… Hepsini yazmak ve birlikte oynamak epey keyifliydi.
Henüz canlandırmadığınız ama mutlaka canlandırmak istediğiniz bir karakter tipi var mı?
Açıkçası oyunculuk adına bir hayalim yok. Yazıp yöneteceğim film veya dizi projeleriyle ilgili planlarım ve hedeflerim var. Ama oyunculuk adına beni bana benzemeyen herhangi bir karakter heyecanlandırabilir. Ve yine en çok zorlayacak olan da duygusal derinliği büyük olan karakterler.

Ağırlıklı olarak komedi yapıyorsunuz. Komedyen bir kadın olarak sektörde olmak size nasıl hissettiriyor? Bu konuda hâlâ önyargılarla karşılaşıyor musunuz?
Önyargılar azıcık devam etse bile; artık seyirci, kadınlara ve sektörde kadın üretimlerine alıştı. Hatta “oh be” der vaziyette sanırım. Özellikle kadın izleyici; kadın karakter yaratımlarındaki kadın elini hissedip bunu daha sıcak bulabiliyor. Erkekler kadınları konuşturamıyor demeyelim de kadın kadını daha iyi anlıyor diyelim…
Kariyerinizde bir noktada drama türünde bir projede yer almayı düşündünüz mü? Böyle bir deneyim ilginizi çeker mi?
50 yaş itibarıyla direksiyonu ufak ufak oraya döndürme gibi bir hedefim var. Dolayısıyla evet…
Marka iş birlikleri yaparken hangi kriterleri önceliklendiriyorsunuz? Bir projeye ya da markaya “evet” demenizi sağlayan temel değerler neler?
Eski bir reklamcı olarak fikirleşmeye açık markalar veya ajanslarla çalışmayı çok seviyorum. Müşteri ve ajansla sohbet etmeyi, yemek yemeyi, başarıları kutlamayı çok severim. Soğuk iş birliklerinde canım sıkılıyor. Dolayısıyla sıcak, kolektif, meraklı ve çalışkan iş birlikleri tam bana göre.
Reklam dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Hem bir tüketici hem de bir sektör profesyoneli gözüyle baktığınızda yeterince yaratıcı işlerin çıktığını düşünüyor musunuz?
Bu sorunun cevabı epey uzun aslında. O yüzden kısaltmak adına, sosyal medyanın varlığı her şeyde olduğu gibi reklamda da birçok şeyi değiştirdi ve geliştirdi diyebilirim. Ben başrolde olan noktanın yaratıcılık olduğunu düşünmüyorum, hız ve sıcaklık yeni başroller. Tüketiciyi ikna etmek için fazla zaman ve konsantrasyon yok. Dolayısıyla tüketiciye hızlıca samimiyetle sarılmak gerekiyor.
Türkiye’de mizahın son yıllarda geçirdiği dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni dönemde toplum daha çok nelere gülüyor?
Toplum sosyal medyada herkesin hayatına göz gezdirebildiği için artık daha gerçeğe yakın mizaha yani daha sıcak ve herkesin başına gelen doğal şeylere gülüyor bence. “Aynı ben” ya da “bu benim de başıma geldi” dedirten mizah öne çıktı. Ayrıca kültürel farklılıklar da sosyal medyayla birlikte erimeye başladığı için mizah genel bir havuzda birleşiyor diyebiliriz. Global mizah oluşuyor. Tabii bu gerçeğe yakınlık da tüketildikçe ufak bir kesim de sıkılıp tamamen tersini yani absürdü ve farklıyı sevmeye başlayacak. Mizah ne kadar değişse ve dönüşse de değişmeyeceği tek şey ne kadar güçlü ve gerekli olduğu.

Kendi mizahınızı nasıl tanımlarsınız?
Ben sinema filmlerinde genelin seveceği yani gerçeğe yakın hikayelerle komedi yapmayı seviyorum. Bir anneannenin torunuyla izleyip güleceği kadar geniş bir yaş aralığını hedefliyorum. Lakin dijital platformda bir önceki soruda cevap verdiğim o bir kesimin farklı bulacağı komediyi de denemekten çekinmiyorum. Şimdi ise yeni çıkan Gupi animasyon dizisiyle çocukları aileleriyle birlikte güldürmek gibi bir hedefim var.
Pek çok araştırma toplumun televizyon ekranlarında komedi dizileri görmek istediğini söylüyor ancak bugün prime time’da komedi dizisi göremiyoruz. Siz bu dilemmayı nasıl yorumluyorsunuz? Televizyon için bir proje üretmek istiyor musunuz?
Televizyonda komedi genelde episodik sitcom formatlı oldu ve sevildi. Şimdi ise dediğim gibi gerçeğe yakınlık önemli. Yani abartılı bir komediyi uzun süre izlemek yorucu hale geldi. Episodik olmayan uzun bir komedi dizisinin hikayesini de izleyicinin takip etmesi çok zor. Ancak bir dramada aralara serpiştirilen komik sahneler epey fark ve reyting yaratıyor.
Ben televizyonda o kadar uzun dakikalar boyunca insanları güldüreceğimi sanmıyorum. Yazması da zor oynaması da zor. İzleyiciyi heyecansız ve merak ettirmeden komedide televizyon karşısında tutmak da zor.
Hem yazar hem de bir oyuncu olarak siz nelerden besleniyorsunuz? Kimlerden ilham alıyor, en çok kimlere gülüyorsunuz?
Ben merakımdan besleniyorum. Yolda yürürken bile yanımdan geçenlerin ne konuştuğunu merak edip çaktırmadan dinliyorum. Üreten herkesten ilham alıyorum. Ve bu ara en çok kızıma gülüyorum. Gupi animasyon dizisindeki heves ve heyecanım tamamen kızıma ait.

