Vardır mutlaka onun, dilinize dolanan bir şarkısı… Nasıl olmasın ki bugün Sezen Aksu’dan Hande Yener’e, Gülben Ergen’den Sibel Can’a, Levent Yüksel’den Murat Boz’a dek pek çok sanatçıya bestelerini veriyor ve her sene müzik sektörüne yeni yeni şarkılar kazandırıyor. Geçtiğimiz senelerde “Hazine” ismini verdiği ilk albüm çalışmasıyla “yorumcu” kimliğini de işin içerisine katan Fettah Can, bu kez hayranlarının karşısına “Yalanlar Cumhuriyeti” adını verdiği albümüyle çıkıyor. Alışılagelmiş “celebrity” imajından çok farklı bir görüntü sunan ve bu durumu da “Ben kompleksiz bir adamım” diyerek açıklayan Fettah Can ile bir araya geliyor hayatını, müzik kariyerini ve hedeflerini konuşuyoruz. İşte, şarkılarını evrenselleştirmek isteyen, ünlü olmayı kaygan bir zemin üzerinde yürümeye benzeten, aslolanın şarkı olduğuna inanan ve “Bir gün benim dönemim de bitecek” diyen bir adamın pek de bilmediğiniz hikâyesi…
Öncelikle yeni albümünüz hayırlı olsun. Bize biraz bu albümün doğuşundan bahsedebilir misiniz?
Her albüm aslında şöyle başlıyor; bir şarkı ana fikir oluyor. “Yalanlar Cumhuriyeti” de öyle bir şarkı. Bir önceki albümüm “Aklımda Kalanlar” idi ve aslında bu projenin devamını getirmeyi planlıyordum. Yani daha önceden seslendirilmiş şarkıları bir daha okumayı planlıyordum. Sonra beş şarkıyı, bitmesine rağmen çıkarttık, içinde yeni şarkıların da olduğu bir albüm yapmaya karar verdik. Böyle olunca da “Yalanlar Cumhuriyeti” hemen albüme girmiş oldu. Onun dışında yine yeni şarkı olarak “Kalp Ağrısı” diye bir şarkı yer aldı albümde… Onun dışındaki bütün şarkılar daha önce seslendirilmiş şarkılar. Genellikle ben kendi şarkılarımı okumayı tercih ediyorum ama bu albümde hem “Yalanlar Cumhuriyeti”ni hem de “Kalp Ağrısı”nı Cansu Kurtcu ile beraber yaptık. 10 şarkıdan oluşan, her şeyiyle canlı çalınan, müzisyenlerinin duygularının geçtiği sıcak bir albüm oldu.
Yeni albümünüzün tanıtımını nasıl yapmayı planlıyorsunuz?
Albüm lansmanları yapmayı tercih etmiyorum. Bunun yerine doğrudan seyirciyle buluşmayı tercih ediyorum ki zaten benim albüm çalışmalarım devam ederken konserlerim sürüyor. Sanatçıların çoğu albümlerini yaparken sahneye 5-6 ay ara verirler. Ben ara vermiyorum çünkü benim stüdyo zamanlarım çok uzun değil. Tüm albümü 15 günde tamamladım. Albüm çıktığı gibi ilk konserde de albümdeki tüm parçaları çalıyoruz. Yani ben lansmanı aslında dinleyiciye yapıyorum. Camiadan insanları toplayıp “Hadi böyle bir şey yaptık” demek yerine dinleyiciye sunuyorum şarkılarımı. Bunun çok daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Bir de işin şu tarafı var, albüm lansmanlarında playback yapıyorlar ki ben mutlaka şarkıların canlı olarak söylenmesi taraftarıyım.
Gerek konserlerinizle gerek sahne aldığınız mekânlarda gerekse sosyal medyada sürekli dinleyicilerinizle etkileşim halindesiniz. Onları rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz. Peki, kimler dinliyor sizi, nasıl bir izleyici kitleniz var?
Normalde popüler insanların, yakışıklı şarkıcıların yani benim dışında olan adamların belli bir yaş aralığı olabiliyor. Ben de öyle bir aralık yok. 7 yaşından 70 yaşına kadar herkes beni dinleyebiliyor. Bu benim için çok güzel ve çok özel bir durum ki zaten ben şarkıla¬rın belli bir yaş aralığına sıkışmasını sağlık¬lı bulmuyorum. Çünkü şarkı dediğiniz şeyi bu yıl çok seversiniz, dinlersiniz, iki yıl hiç dinlemezsiniz, ardından dinlediğinizde ise yine sizi etkiler. Şarkı sınırsızdır ve duygu anlamında sınırları yoktur şarkının…
Biraz da müzik kariyerinizin nasıl başladığını anlatabilir misiniz?
Bursa’da doğdum, büyüdüm, çalıştım. Ortaokul okurken, okuldan ayrılıp çalışmaya başladım. Bir ara babamın yoğun ısrarı üzerine konservatuara girdim. Konservatuara girince de her şeyi bırakıp sadece müzikle uğraşmaya başladım.
Bu anlamda şanslı sayılırsınız. Aileler genellikle çocuklarının müzikle uğraşmasını istemezler.
Babamın kendi gençliğinde yapmak isteyip yapamadığı her şeyin denemesiydim ben. Herhalde kendi dönemindeki bir takım sıkıntılardan yapamadığı her şeyi bende görmek istedi. Ben de onun bu isteğini geri çevirmedim ve bugüne kadar zevkle geldik. İyi ki de gelmişiz. Biliyorsunuz dünyada iş hayatı çok zor. Çoğu kimse işe giderken mutsuz oluyor. Şanslı insanlarız ki en sevdiğimiz işi yapıyoruz ve bu da çok özel bir şey…
Hiç sevmediğiniz bir tarafı yok mu işinizin?
Şöyle ki hep bir kaygan zemin üzerinde yürümek zorundasınız. Hep bir kontrol içinde olmak zorundasınız, özgürlüğünüz kısıtlanıyor. Kendim için söylemeyeyim de pek çok arkadaşım kaldırımda dahi oturamıyor. Ben ise daha normal yaşamaya çalışıyorum, daha sakin yerleri tercih ediyorum. Örneğin Alaçatı’ya giderseniz kendinizi magazin sayfalarında görürsünüz, ben ise Ayvalık’ı tercih ediyorum.
Tekrar Bursa günlerinize dönelim. Konservatuar eğitimi aldınız. Sonra?
Belediye Konservatuarı’nda okudum. Dördüncü sınıfta da bıraktım. Benim öyle bir durumum var. Ben hiçbir şeyi tamamlayamıyorum. Hep bir ucu açık kalması lazım… Yarın yeniden başlayabilirim.
Var mı peki kısa vadede öyle bir plan?
Aslında müzikle alakalı bir eğitim almak istiyorum, özellikle de işin daha çok mutfak kısmıyla ilgilenmek… Öğrenmenin yaşı da yok. Her gün yeni hücrelerle doğduğumuz için o yeni hücreler belki bizim yeni bir şeyler öğrenmemizi sağlıyor. Okuyorum, kendimi müzikal anlamda geliştirmek için bir takım programlar kullanıyorum.
İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu? Neler yaşadınız bu büyük şehirde?
İTÜ’de okuyan bir arkadaşım vardı, şarkılarımı çok beğeniyordu ve İstanbul’da bunları değerlendirebileceğimizi söyledi. Biz de geldik İstanbul’a. Uzunca bir süre kaldım İstanbul’da ve bu süre zarfında da pek çok değerli müzisyenle tanıştım. Burada bir takım bar çalışmalarım oldu. Çok gereksizdi ama yaşamımı devam ettirebilmek için şarttı. Zor bir dönem oldu, çok şarkı verdim piyasaya. Ondan sonra da her şey yoluna girdi.
Şu an geldiğiniz noktada olmayı hayal etmiş miydiniz?
Ben hep hayal ettim. Burası benim daha yeni başladığım bir yer. Şarkılarımı evrenselleştirmeyi istiyorum. Yunanistan’da şarkılarım Yunanca okundu. Başka bir dilde okunması beni acayip mutlu etti. Bunu şimdi başka ülkelerde de denemek istiyorum.
Peki, nasıl yazıyorsunuz? Var mı bunun bir sırrı? Yoksa ilham mı sadece?
Yazmanın keşfedilmesi gereken bir cevher olduğuna inanıyorum. Ben bunu keşfettiğimde ”Evet, galiba ben bunu yazabiliyorum” dedim. Ama bu yazma işini geliştirmek bunun için de çok okumanız gerekiyor. Etrafa iyi bakmanız, baktığınız şeyi de görmeniz gerekiyor. Zaten hayatın kendisinden etkilenmemek mümkün değil. Her gün inanılmaz şeyler oluyor dünyada. Bir fotoğraf görüyorsunuz, içiniz parçalanıyor ve o sizde bir şeyler biriktiriyor. İlham denilen şey aslında biriktirdiğiniz birtakım şeylerin ışık patlaması gibi önünüze çıkması… Ben önüme çıkan şeyleri toplamasını biliyorum. Ayrıca bu tarz şeyleri yapan insanları özel insanlarmış gibi göstermenin de bir manası yok bence… Ben de gidip doktor olamam veya bir taksiyi sabahtan akşama kadar kullanamam. Şu an dünyada bir sistem var ve ben de bu sistemin bir parçasıyım. Beni bu sistemden çektiğinizde ne kadar bir boşluk olur bilmiyorum. Belki hiç boşluk olmaz. Bence önemli olan o boşlukları doldurabilecek dehaya sahip olmak… Umarım ileride boşluk yaratabilecek kadar büyük biri olurum.
Müziğinizi nasıl tanımlarsınız?
Benim müziğim aslında popüler dünya içinde eriyip giden bir müzik… 10 yıl boyunca şarkılarım dinlensin diyemem. Çünkü bunun kararını dinleyici verebilir sadece… Ben bu sistem içinde biliyorum kaybolup gideceğini ama gidene kadar güzel bir anlatım dili ve melodiyle gitmesini istiyorum. Şarkılarımın içinde her öğe var. Müziğin evrensel olduğuna inanıyorum ve bir kategori içerisine sınırlandırmayı sevmiyorum. Ben çalınabilir müzik yapıyorum aynı zamanda. Şarkılarımı bir gitarla her yerde çalabilirsiniz. Gençler de yeni başlayanlar da çalabilsin istiyorum.
Müziğinizi eriyip giden bir müzik olarak tanımladınız. Bu fikir bir sanatçı olarak sizi rahatsız etmiyor mu?
Bir takım şeyler dönemseldir ve benim de bir dönemim olacak. Bir gün ben de kaybolacağım. Bunu bilerek yaşayınca bir problem haline gelmiyor.
Uzun yıllardır müziğin içerisinde olan biri olarak Türk popüler müziğini değerlendirmenizi istesek…
Bir dönem Türk popüler müziği bir ajitasyon dönemi yaşadı. Sürekli ağlamaklı, insanları karamsarlaştıran şarkılar yapıldı. Şu anda ise dünyayı daha iyi tahlil eden şarkılar yapabiliyoruz. Son 10 yılı değerlendirdiğimde ise şu anda daha iyi şarkıların yapıldığına inanıyorum.
İyi şarkıdan kastınız nedir?
Bir cümle duyarsınız bir kulağınızdan girer öbüründen çıkar. Bununla birlikte bir cümle duyarsınız ve duymanızla birlikte de beyninizde şimşekler çakar. İşte ben öyle şarkılar istiyorum.
Peki, yazdığınız şarkıların sizin için özel bir anlamı var mı? Hani kimi sanatçılar yazdıkları veya besteledikleri eserleri için “yavrularım” diyor ya…
Yok, onlar benim yavrularım filan değil. İş yapıyoruz biz burada. Mesela bir masa yaptınız ve yaptığınız bu masayı “aman çok güzel yaptım” diye satmamazlık etmezsiniz. Sonuçta da şarkı dediğiniz şey paylaşılmalı… Ben çok güzel bir şarkı yazmışım ve sadece ben dinliyorum, bunun hiçbir anlamı yok bence… Önemli olan yaptığınız parçayı herkesin dinlemesi…
Son olarak şunu sormak istiyorum: Sizin için “Fettah Can olmasa bugünün ünlüleri hangi şarkıyı bulup söyleyecekler” deniyor. Bu iddialı cümle hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yok, öyle demeyelim. Benim için böyle bir şey söylüyor olmaları çok güzel ama böyle bir şey imkânsız. Çünkü piyasada çok değerli besteci arkadaşlar var. Onlara ayıp etmiş oluruz. Sonuçta benim tek başıma sırtlanabileceğim bir şey değil bu ya da bir başkasının…