Şirketler kar amaçlı kuruluşlar; iş hedefleri var elbette ama toplumsal beklentiler özellikle çok uluslu şirketlerden giderek artıyor. Unilever sürdürülebilir bir dünya için çalışmalarına 10 yılı aşkındır devam ediyor. Yakın zamanda ise Ev Bakım kategorisiyle Unilever Temiz Gelecek Vizyonu olarak adlandırdıkları yeni bir stratejinin duyurusunu yaptılar. Stratejinin pek çok hedefi var. Unilever Türkiye Ev Bakımı Kategorisinden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi Leyal Eskin Yılmaz ile dünden bugüne hem iş hedeflerini hem de bu hedefler üzerinden gezegenimizi nasıl koruduklarını konuştuk ve elbette bir profesyonel olarak bu projeleri hayata geçirirken hissettiklerini…
G.Ö.: Unilever bugünlerde öne çıktığı projesi olan Unilever Temiz Gelecek Vizyonu’nun birçok insanın düşüneceği gibi pandeminin başladığı döneme denk getirmedi. Ürünlerindeki değişime ve bu mesajını vermeye bundan çok öncesinde başlamıştı. Sürdürülebilirliği en iyi anlayan markalardan biri olarak öne çıkan Unilever bu lider konumunu yıllardır kaybetmedi. Başladı ve öncülük etti.
Sürdürülebilirlik mesajı üzerinden yürüttüğünüz bu iletişimin bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi olmadığını, bu iş modelinin sadece Unilever’e mahsus olmaması gerektiğini ve bunu anlatmak üzere gösterdiğiniz çabayı biliyorum.
Bu dünyanın kaynaklarını korumak üzere düşünülmüş bir adımdı. Türkiye’de OMO’nun “Kirlenmek Güzeldir” diye öne çıkan kampanyası o dönemin çocuklarına dışarı çıkmalarını öğütledi, ebeveynlerineyse “çocuğunuzu evde oturtmayın, kirlenmek güzeldir, bırakın özgürlüğünü yaşasın” dedi. Yıl 2008 imiş; üzerinden 12 yıl geçti. Tabii o dönem için çok değerli olan mesaj günümüzde başka bir gerçeğe döndü. Biz de bugün bu dönüşen kampanyayı, neden dönüştüğünü, nereye gittiğini ve Unilever’in bununla neyi amaçladığını konuşmak üzere bir araya geldik. Hoş geldiniz.
L.E.Y.: Çok teşekkür ederim.
G.Ö.: Ama önce yurtdışındaydınız, Türkiye’ye döndünüz, neler yapıyorsunuz? Büyük bir sorumluluk aldınız. O sorumluluktan bahseder misiniz?
L.E.Y.: Memnuniyetle. Ben 20 yıldır Unilever’de çalışıyorum. 15 yıl kadar Türkiye’deydim. Önce çayın sonra da dondurma kategorisinin pazarlama direktörlüğünü üstlendim. Sonra ardına Amerika’da bir kariyer fırsatı önerildi. Kişisel bakım kategorisinde 3 sene kadar global seviyede sürdürdüm işimi. Türkiye’ye döneli 1 buçuk sene oldu. Şu anda Ev Bakım Kategorisinden Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak çalışıyorum.
Ev bakım kategorisi çamaşır bakımı & temizliği ve ev temizliği dediğimizde aklınıza gelen her şeyi kapsıyor. Marka portföyümüz arasında OMO, Cif, Domestos, Yumoş, Rinso ve Vim gibi markalar bulunuyor.
Sürdürülebilirlik Unilever’in DNA’sında var
G.Ö.: Göreviniz dahilinde sürdürülebilirlikle başlayıp “Dirt for Good”a, sonra da bambaşka bir şeye döndü diyebileceğimiz bir stratejinin Türkiye ayağını yönetiyorsunuz. Pek çok sorumluluk alıp ardı ardına dünyanın ihtiyacı olan mesajları veren anlamlı markalar kategorisinde ilerliyorsunuz. Bu yeni kampanyayla neler yapmak istediniz?
L.E.Y.: Unilever Temiz Gelecek Vizyonu diye adlandırıyoruz bunu ve hakikaten bizi heyecanlandıran bir konu. Biraz önce sizin de söylediğiniz gibi; Unilever 10 yıllık sürdürülebilir yaşam planını açıklamıştı zaten. Dünya için iyi bir şey yapmak bizim için yeni sular değil. Şimdiki ekibin büyük eforla üzerinde çalıştığı bir proje olmasının yanı sıra şirketi kuran insanların da DNA’sından gelen bir şey bu.
Bizim kurucumuz 1800’lerin sonunda yaşamış Mr. Lever adlı bir girişimci. İlk defa sabun üreterek başlıyor ve onu bu pandemi döneminde de çokça anıyoruz. Pandeminin, koleranın, bulaşıcı hastalıkların yoğun olduğu ve hijyenin çok önem taşıdığı bir zamanda kurulmuş Unilever; ve o zaman kurulurken bile Lever’in şirket notlarında yer alan ilk vizyon konuşmalarında insanların sağlığı ve bu dünya için iyi bir şeyler yapmak yer alıyor.
Tabii ki DNA’sı böyle olunca da sürekli bu konuya kafa yoran bir şirket oldu Unilever. Böyle baktığınızda da tüm bu sürecin Ev Bakım kategorisinin bugün dahi devam eden vizyonu olduğunu söylemek mümkün. Temizlik büyük bir endüstri ve onun iş yapış şeklini kökten değiştirecek şeylerden bahsediyoruz. Ürünlerimizin formüllerinden 2030 yılına kadar fosil yakıtlardan elde edilmiş tüm hammaddeleri çıkarıp yerine yenilenebilir ve geri dönüştürülmüş karbon kaynaklı hammaddeler koyacağız.
Kimya endüstrisi yıllardır bu fosil yakıtlardan edindiği hammaddeleri kullanıyor. Peki neden bırakmak istiyor? Bu maddelerin kaynağı sonsuz değil. Sürdürülebilir değil. Ayrıca fosil yakıtlar sürdürülebilirlik mantalitesine de aykırı. Sonuç büyük bir enerji ve karbondioksit salınımı olup çevreyi kirletiyor. Oysa bunu yapmadan, kaynakları yerin altından çıkarmadan da karbon ediniminin mümkün olabileceğini görüyoruz ve verdiğimiz sözün özünde de bu yatıyor.
2030’a kadar bütün ürünlerimiz doğada yüzde 100 çözünebilir olmalı hedefimiz de var. Bu konuya çok önem veriyoruz. Örneğin Domestos’u yüzde 99’a getirdik. Domestos’u kullandığınızda çevreye bir zarar vermiyor, yüzde 99’u doğada çözünüyor ve geride atık bırakmıyor.
G.Ö.: Domestos’un bu yüzde 1’i nedir peki?
L.E.Y.: Ev Bakım kategorisindeki marka portföyünüzü düşündüğünüzde ortalama çözünürlük oranımız yüzde 94’e geldi. “Zaten yüzde 6 kalmış bu kadarı yeter” diyebilirsiniz. Ancak bu yüzde 6, ürün içindeki çözülmesi en zor olan kısmı; çamaşır yıkadığınızda lekeyi çıkaran, Domestos’u kullandığınızda en son mikrobu öldüren maddeyi çözülebilir kılmak istiyoruz.
Bunun için yüksek teknoloji, Ar-Ge yatırımları ve kritik iş birlikleri gerekli. Unilever de bu vizyon yolundaki çalışmalar için 1 milyar Euro kaynak yatıracağını açıkladı.
“10 yıl aslında böylesine büyük bir hedef için kısa bir süre”
G.Ö.: 2030’dan söz ediyoruz; dünya tarihine bakıldığında yakın, ama dünyanın çok fazla vakti yok… Nasıl bakıyorsunuz bu sürece? Nasıl ilerleyeceksiniz?
L.E.Y.: 10 yıl dediğiniz gibi hem kısa hem uzun… “Neden şimdi?” diyebilirsiniz. Asırlık bir endüstrinin tamamen değişmesinden bahsediyorum: dile kolay işe zor. Peki, bunları şu anda konuşabilmemizi mümkün kılan nedir? 10 yıl önce birtakım teknolojilerin var olmaması nedeniyle vizyonumuzu bir yana bırakın, hayal dahi edemiyorduk. Ama artık karbon yakalama ve biyoteknoloji gibi kavramlar var; bahsedebiliyoruz, hayaller kurabiliyoruz…
Önümüze 10 yıl gibi bir süreç koymamızın en büyük nedeni ölçeklendirme. Biz dünyanın 190 ülkesinde, 2,5 milyar insanın evindeyiz; çok büyük bir şirketiz. Bunu küçük bir marka ile ufak bir topluluk için daha hızlı yapabilirdik ama o zaman dünyada bir şeyi değiştirme iddiamızı gerçekleştiremezdik. Dünya çapında taşları oynatabilmek için büyük ölçekte iş yapmak lazım. O yüzden de büyük firmaların burada öncülük etmesi ve bu süreçte teknoloji ve kaynakların ölçeklendirilmesi lazım.
Bir örnekle açıklamak isterim. Bitkisel kaynaklı karbonu ele alalım. Gerçekten sürdürülebilir olabilir mi? Bitkisel kaynak olarak palm bitkisi, palmiyeyi ele aldığımızda büyümek için bolca gübre istediğini göz önünde bulundurmamız gerekir. Gübrenin çevreye büyük ölçüde zararı var, büyük ölçekte yaptığınızdaysa daha da fazla. Aynı zamanda dünyanın her yerinde palmiye yetişmiyor. Bu da palmiyeyi olduğu yerden tüm dünyaya taşımanızı ve ulaşım nedeniyle daha çok çevre kirliliğine yol açmamızı gerektiriyor. Deterjan yapmak için gıda kaynaklarının dengesini bozmamamız gerek.
Bu çok karmaşık ve kılı kırk yarmayı gerektiren bir süreç; hata yapmadan doğru sistemi kurmak gerekiyor, bu da elbette zaman gerektiriyor anlamına geliyor.
2025 için ciddi hedeflerimiz var. Teknolojinin ve iş birliklerinin durumuna göre belki 5 yıl sonra çok daha farklı şeyler konuşuyor oluruz. Ancak şu anki teknolojiye bakarak öngörebildiğimiz yetiler ve teknolojinin bize sağladığı hızla doğru dengeyle yeni bir sistem kurmak için ihtiyaç duyduğumuz süre 10 yıl diyebilirim.
“Var, yerin üstünde karbon var!”
G.Ö.: Karbon üzerine çok konuşulan bir element. Varlığı da yokluğu da sıkıntılı. Sizin Karbon Gökkuşağı adında bir yaklaşımınız var. Bahseder misiniz; nedir ilişkiniz karbonla?
L.E.Y.: İnsan sürekli yeni şeyler öğreniyor. Karbonun ilişkisi sadece bizimle değil, tüm canlılar ilişkisi var. Bütün yaşamın yapıtaşı; hem havada hem karada hem insanda hem de bitkide var. Elbette bizim ürünlerimizde de var. Unilever ürünlerindeki organik içerik malzemelerin çoğunun yani deterjanın aktifleri, parfümler, performans verici bazı özel içeriklerin kaynağı karbon. Kategorimizin bel kemiğini oluştursa da insan hayatını tehlikeye atabilecek bir yanı da var karbonun. Atmosferdeki oranını bir şekilde dengede tutmamız gerek; azı da çoğu da zarar.
Bugün konuştuğumuz iklim krizi, dengenin biraz şaşmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle her şeyde olduğu gibi dengede durmanın yolunu bulmalıyız. Karbon Gökkuşağı aslında o dengeyi bulma çabası…
Üretim sürecinde gereken maddeler için fosil kaynakları yerin altından çıkarıyor, hammaddeye dönüştürüyoruz ve kullanıyoruz. Ancak bu aşamada şöyle bir soru sorulması lazım: yeryüzünde toprak altından çıkarılmasını gerektirecek kadar az mı karbon kaynağı var ve bunu yaparken çevre kirliliğine neden oluyor muyuz?
Var; yerin üstünde karbon var! Nasıl daha farklı alan ve kaynaklardan karbon elde ederiz ve böylelikle çevreye ek zarar vermeden işimizi devam ettirebiliriz? Bu kaynakları bazı renklerle adlandırıyoruz.
- Siyah karbon: Şu anda kullanılan yer altından çıkarılan fosil kaynaklı yakıtlar.
- Yeşil karbon: En çok bildiğimiz bitkisel ve biyolojik kaynaklardan edinilen karbon, palmiye bunlardan bir tanesi.
- Mavi karbon: Deniz kaynaklarından edinilen karbon. Yosun gibi deniz kaynaklarından sürdürülebilir kılınarak elde etmek mümkün.
- Gri karbon: Beni en çok heyecanlandıran ve atıklardan elde edilebilecek karbon türü. Fosil yakıt kaynaklı olarak elde edilmiş, örneğin ambalaj gibi, bir şekilde kullanılmış ürünlerin geri dönüştürülerek elde edilebilecek karbonun tekrar ürünlerde kullanılması. Böylelikle aslında iki tane fayda elde ediyoruz; hem yerin altından bir şey çıkarmıyorsunuz hem de yerin üstündeki atıkları değerlendirmiş oluyorsunuz.
- Mor karbon: Havadaki fazla karbondioksiti yakalayıp tekrar bunu kullanma ve havayı temizlemekten elde edilen karbon türü.
Bunların hepsini dengeli bir şekilde kullanıp sürdürülebilir kılmak mümkün. Temiz gelecek vizyonunu da karbon kaynağını siyahtan diğer diğer renklerden almak gibi düşünebiliriz.
“Hasta bir gezegende sağlıklı insanlardan bahsetmemiz mümkün değil”
G.Ö.: Benzer ürünler piyasada mevcutken sizi farklı kılanın benimsediğiniz yol ve gittiğiniz hedef olduğunu söyleyebiliriz. Sizi dinlerken görüyorum ki pek çok konuda açıklıkla bilgi veriyorsunuz; bu bir strateji. Bunun çoklanabileceğini düşünmüyor musunuz? Bir başka kurum da sizin yaptığınıza benzer bir şey yaptığında sizin çalışmalarınızın önemi azalır mı? Neden tüm bunları bu denli bir açıklıkla anlatıyorsunuz?
L.E.Y.: Çünkü şöyle düşünüyoruz; biz gerçekten büyük ve çok kapsamlı bir şirketiz. 190 ülke 2,5 milyar insan…. Ama tekrar baktığınızda dünya için de iyi bir şeyler yapılacaksa bizim tek başımıza yapmamız yetmeyecek. Teknolojiyi hızlı bir şekilde kullanmak istiyorsak sadece bizim geliştirmemiz yetmeyecek. Konu gezegen, hayatlarımızın devamı, çocuklarımızın yaşamı olunca rekabetin söz konusu olmadığını düşünüyoruz.
Biz yine rekabet ederiz başka şeylerde; iyi de ederiz. Ama bu konuda tam tersi. Herkese anlatmaya çalışıyoruz ki herkes bu otobüse binsin ve hep birlikte daha hızlı amacımıza ulaşalım. O yolculukta tabii ki biz rekabete devam edeceğiz ama pandeminin de hepimize gösterdiği net bir şey var; sağlık çok önemli. Oysa hasta bir gezegende sağlıklı insanlardan bahsedemeyiz ve ne yazık ki çok hızlı bir şekilde hastalanıyor gezegenimiz.
Bu fark yaratma ya da öne geçme meselesi yapılmaktan çok büyük bir mesele. Bir an önce, ilk olarak bizim sektörümüzün, sonra tüm sektör ve kişilerin aynı bilince ulaşması ve aksiyon alması lazım çünkü bu gidişle rekabet edecek bir işimiz olmayacak.
G.Ö.: İşimiz, dünyamız ve biz olmayacağız. Biz olmayınca da hiçbir şeyin anlamı yok zaten… Yapılan araştırmalar gösteriyor ki bir şirkette çalışıyor olmanın gereği olarak birtakım maddeler var yukarıdan aşağıya. Önceleri başka şeyler vardı en tepede (maaş, çalışma koşulları gibi), onlar giderek daha aşağı sıralarda kaldılar ve aşağıdakiler yukarı doğru çıkmaya başladı. Bu yeni öncelikler arasında kurumundan onur/gurur duymak, neredeyse ilk sırada. “Öyle bir grubun, şirketin içinde olmalıyım ki bir parçası olmaktan gurur duymalıyım. Bu benim o şirkette çalışmam için gerekli şartlardan bir tanesi!” deniliyor.
Unilever Temiz Gelecek Vizyonu stratejisinin temellerini pandemiden önce atmış, 2008’de başka bir şey söylemiş, 12 yıldır sürdürülebilirlikle takıntılı halde uğraşmışsınız… Sizi nasıl hissettiriyor tüm bunlar? Unilever’de olmak nasıl bir duygu? Leyal olarak siz kendinizi şirketin bütünlüğü içerisinde, bütün bunların sorumluluğunu da taşıyarak nasıl hissediyorsunuz? Bu mesajları nasıl taşıyorsunuz?
L.E.Y.: Tanıdığım akıllı bir insan Maslow’un piramidinde iş bir ihtiyaç kalemi olarak yok demişti; iş, şirketler bunlar hepimiz için birer araç, amaç değil demişti. Ama hepimiz o piramidin üst basamaklarına çıkmak istiyoruz ve o piramidin en tepesinde de kendini gerçekleştirmek, bulmak ve bir şeyleri ortaya koymak var. Aslında böyle baktığınızda hepimiz birer profesyonel olarak bunları bize sağlayabilecek şirketlerde çalışmayı ve etki yaratabilecek pozisyonlarda olmayı istiyoruz. Böyle bakınca da ben kendimi iyi hissediyorum.
Bir de benim de kişisel olarak çok sevdiklerim var; ailem çocuklarım. Onlarla ilgili endişelerim var. Burada da yalnız değilim, bizi dinleyen izleyen herkes aynı şeyi hissediyor. Sadece işime gittim, maaşımı aldım, yarım puan pazar payı kazandım düşüncesinden daha büyük bir amaca ihtiyacımız var hepimizin. O yüzden bu açıdan iyi hissediyorum; iyi bir şeylerin parçası olup onlara ufacık bir katkım dahi olduğu zaman birazcık daha büyük hissediyorum ve bu beni 09.00-17.00 çalışmaya karşı motive ediyor. Her sabah ekranın başına oturmak için bir nedenim var.
Bu elbette bir süreç; aynı şirkette uzun dönemde çalışınca gözlemlemek ve öncelikler netleşiyor. Mesela 20 yıl önce konuştuğumuz konu ön yıkamayı azaltmak ve böylelikle insanların daha az su harcamasını sağlamaktı. OMO’yla bunu zamanında başarmışız. 10 yıl önce; hedef sıvı deterjana girmek, konsantre yumuşatıcılar kullanmaktı. Bu inisiyatifimizde Yumoş ile su kullanımını yüzde 60 oranında, sıvı deterjanla ise karbon ayak izini yüzde 50 oranında azalttık. Şimdi bambaşka bir şey konuşuyoruz. Baktığımız zaman aslında bir etki yaratıyoruz ve o dönemlerdeki iş sonuçlarını hiç hatırlamıyorum; ne kadar büyüdük, ne kadar kârlılık elde ettik, ne kadar pazar payı kazandık… Ama o serüvenin bir parçası olmak bana gerçekten iyi hissettiriyor. Ve biliyorum ki ekibim de, özellikle gençler, bunları yapabilecekleri yerlerde çalışmak, bunların parçası olabilecekleri işyerlerinde varlık göstermek istiyorlar. Bu galiba günümüz beyaz yakalısının en büyük tatmini…
G.Ö.: Hem tatmini hem de meydan okuması, ikisi bir arada. Siz şanslılardan bir tanesiniz çünkü kurumunuzun dünyayla ilgili dertleri var. Adeta Unilever’de doğmuştunuz, burada da emekliye ayrılacaksınız gibi gözüküyor…
L.E.Y.: Çok güzel bir noktaya da değindiğiniz, mesaj olarak şunu da vermek lazım; büyük şirketlerin görmekte biraz daha hızlı davrandığı şeylerden biri de bu. Gezegen için iyi olan işiniz için de iyi olabilir mesajı. Bazen o kısa dönem, orta dönem, uzun dönem dengeleri kaçıyor; bizim bile “acaba” dediğimiz zamanlarımız oluyor. Ama hep gördüğümüz şu: insan için gezegen için iyi olan, kısa vade için de iyi olabiliyor. Unilever tüm bunları yaparken kârlı olarak da büyümeye devam edebiliyor. Hep bugününden ziyade yarını da düşünmeliyiz.