Sadece oyunculuğuyla değil, kalemiyle de izleyiciyi yakalamayı başaran bir isim İrem Sak… Yalan Dünya’nın Tülay’ı, Ölümlü Dünya’nın Begüm’ü ve şimdi Modern Kadın’ın Pınar’ı… Özellikle kadın dünyasını mizah ve dramla harmanlayan İrem Sak, son dönemde hem başrolünü üstlendiği hem de senaristliğini yaptığı “Modern Kadın” projesiyle gündemde… Onu kariyerinde bambaşka bir noktaya taşıyan dizi, izleyicileri beyaz yakalı kadınların dünyasında trajikomik bir yolculuğa çıkarıyor. Sak ile yaptığımız keyifli sohbette “Modern Kadın”ın düşünce dünyasını, pazarlama sektörüne ve beyaz yakalılara bakışını, sektörde kadın karakterlerin temsilini ve dijital dünyanın dönüşümünü konuştuk…
Kariyerinizin başından bugüne dönüp baktığınızda sizi en çok dönüştüren proje hangisi oldu?
Kesinlikle Modern Kadın… Çünkü bu proje beni hem insan hem de oyuncu olarak çok dönüştürdü. Yalnızca oynayan değil, aynı zamanda üreten bir oyuncu olma yolculuğumun profesyonel başlangıcı oldu bu proje. Oyuncu olarak çok fazla senaryo okuyorsunuz; tiyatro oyunları, diziler, filmler, müzikaller, reklam senaryoları derken büyük bir arşivle karşı karşıya kalıyorsunuz. Bu süreçte bazı metinlerin çok iyi yazıldığını fark ederken, bazılarındaki eksiklikleri de görmeye başladım. Özellikle kadın dünyasının gerektiği kadar derinlikli işlenmediğini, bana gelen rollerin çoğunda bir şeylerin hep eksik kaldığını hissettim. Komedi yüzeysel kalıyor, dram ise hep aynı çerçevelerde dolaşıyordu. Bu farkındalıkla birlikte “Madem böyle bir gözlemin ve yeteneğin var, artık dönüşme zamanı” dedim kendime. Modern Kadın böyle doğdu.
Bir rolün size “evet” dedirtmesi için hangi unsurların olması gerekir?
Benim için, az ama akılda kalıcı; doğru yerde ve doğru tonda olan bir rol, başrolde olmaktan çok daha kıymetli. Ayrıca oyuncu olarak her yeni işin bana daha önce açılmamış bir kapı açmasını isterim. Mesela 10 farklı şarkıcıyı oynayabilirim ama her birinin farklı bir hikayesi, farklı bir iç dünyası olmalı…
Senaryoyu beğendikten sonra kast, yönetmen ve vizyon da çok önemli hale geliyor. Bir yolculuğa kimlerle çıkacağımı, birlikte nasıl bir iş üreteceğimizi önceden hissetmek istiyorum. Bu ülkede artık oyuncular olarak buna daha da fazla dikkat etmek zorundayız. Çünkü iş sadece yetenekle ölçülmüyor; kimi zaman “Şu rolü şu oyuncuya verdik çünkü çok büyük bir kitlesi var” deniyor. Açıkçası bu kadar ticari yaklaşım benim mesleğime bakışımla çok örtüşmüyor. Belki de bu yüzden son dört yılda sadece Kuş Uçuşu ve Ölümlü Dünya’da yer aldım, başka hiçbir projede görünmedim.
Sosyal medyanın oyunculuk kariyerinize ve izleyiciyle bağ kurmanıza etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sosyal medyanın bir oyuncunun kariyerinde belirleyici bir rol oynadığını düşünmüyorum. Jennifer Lawrence ya da Meryl Streep’in Instagram’dan kariyer yönettiğini hiç zannetmiyorum. Bu, bizim ülkemizde yaratılmaya çalışılan bir algı. “Sosyal medyanı iyi kullanırsan popüler olursun, iş alırsın” anlayışı bana çok doğru gelmiyor. Çünkü ben yaklaşık 3,5 yıldır neredeyse hiç paylaşım yapmayan bir oyuncuyum ama buna rağmen çok şükür piyasadaki bütün önemli projeler önüme geldi.
Tabii ki projelerin PR döneminde sosyal medyada daha aktif olmak, yapılan işi duyurmak gerekiyor. Ama onun dışında bir oyuncunun özel hayatındaki her detayı paylaşmak zorunda olduğunu düşünmüyorum. Elbette sosyal medya izleyiciyle bağ kurmak için bir araç olabilir. Ama izleyicinin asıl takip etmesi gereken şey bizim işlerimiz. Güzel ve nitelikli projeler yaptığınız sürece seyirci zaten sizinle bağını koparmıyor.
Benim için oyunculuk, lüks bir hayat yaşamak ya da sürekli vitrin olmak demek değil. Aksine, sokaktan kopmamak ve hayatı gerçek haliyle gözlemleyebilmek çok daha kıymetli. Çünkü sanatçı kendini sürekli beslemeli ve geliştirmeli. Bu da sadece gösterişli hayatlarda değil, gerçek hayatın içinde mümkün.

Bugüne kadar sizi en çok gururlandıran işiniz hangisi oldu?
Elbette Modern Kadın… Çünkü yaklaşık 3,5-4 yıl boyunca onun için savaştım, yayınlanabilmesi için elimden gelen her şeyi yaptım. Markalarla görüşmekten sponsorluk arayışına, kurgusuna, müziklerine kadar her detayında yer aldım. Kapı kapı dolaştım, sabırla uğraştım. Bu yüzden de altına imzamı atabileceğim en özel işimdir Modern Kadın.
Sizce Modern Kadın’ın hikayesindeki en etkileyici taraflar neler? Bir oyuncu olarak sizi en çok hangi yönleri cezbediyor?
Beni en çok çeken şey, hikayenin bu kadar gerçek ve samimi olmasıydı. Çünkü kariyerimde önüme kadın dünyasını bu kadar mizahi ve içten bir dille anlatan bir senaryo hiç düşmedi. Genelde ya fazla kurgusal ya da romantik komedi klişelerine sıkışmış işler oluyor. Oysa Modern Kadın, şehirli bir kadının 2010’lar ve 2020’lerde yaşadığı en doğal sıkışmaları, en insani çelişkileri, tüm samimiyetiyle anlatıyor.
Ben bir oyuncu olarak, önüme böyle bir rolün kolay kolay gelmeyeceğini bildiğim için bu dizinin yazım ekibinde olmaya karar verdim. Çünkü kadınların iş dünyasında, ilişkilerinde, ailelerinde karşılaştığı durumları, iyi ya da kötü, bir komedi filtresiyle seyirciye sunmak çok değerliydi. Pınar da bizim gibi “ben kimim, ne istiyorum, nereye aitim?” sorularını soruyor. Bu sorulara kesin bir cevap bulmadan, arayışın kendisini yaşıyor. İşte bu da diziyi seyirci için inandırıcı ve yakalayıcı kılıyor.
Modern Kadın, günümüz kadınlarının yaşadığı ikilemleri ve dönüşümleri yansıtıyor. Sizce dizinin izleyicilere vermek istediği en önemli mesaj ne?
Ben seyirci olarak Modern Kadın’dan en çok şu duyguyu alırdım: “Ben ne istiyorum? Gerçekten mutlu muyum seçimlerimde? Bir gün hayatımın aşkı çıkıp ‘her şeyi bırak, benimle başka bir ülkeye gel’ dese, hakikaten ne yapardım?” Modern Kadın işte bu tarz soruları seyircinin zihnine bırakıyor. Yani kesin bir mesajdan çok, kendi hayatınızı sorgulamanızı sağlıyor.

Dizide canlandırdığınız Pınar, bir marka müdür yardımcısı. Siz pazarlama sektöründeki profesyonellere dışarıdan baktığınızda nasıl bir profil görüyorsunuz? Bu gözleminiz Pınar karakterine nasıl yansıdı?
Pınar’ın özellikle “marka müdür yardımcısı” pozisyonunda olması tesadüfi değil. Çünkü şirkette herkesten çok çalışan, en çok işin hâkimiyetine sahip kişi Pınar’dı ama kadın olduğu için hak ettiği terfiye 10. bölümün sonunda bile ulaşamadı. Bu, iş dünyasında kadınların karşılaştığı görünmez engellerin çok net bir yansımasıydı.
Marka tarafına gelince… Özellikle 2. bölümde Kubilay Aka’nın yer aldığı hikayede, reklam ve marka dünyasına hafifçe değindik. Eski reklamlardaki yaratıcılığı ve orijinalliği çok özlüyorum. Bugün markaların kendini koruma refleksi, kreatif insanları çok kısıtlıyor. “Buna değinmeyelim, markamıza zarar gelir” derken, özgün fikirlerin önü kapanıyor. Halbuki ajanslara biraz daha özgürlük tanınsa, çok daha yaratıcı işler çıkabilir.
Dizide beyaz yakalıların dünyasına bir yolculuk yapıyoruz. Sizce günümüzde beyaz yakalıların en büyük sıkıntıları neler? Markaların bu kesimi anlaması için nelere dikkat etmesi gerekiyor?
Eskiden mesai bitince iş de biterdi ama artık iş hayatı eve taşındı. Ekonomik bağımsızlık kaygısı, yoğun tempodan doğan tükenmişlik, performans baskısı, yalnızlık, kariyer belirsizliği ve sosyal kopukluk da diğer önemli sıkıntılar… Markaların beyaz yakalıları anlaması için samimi ve dürüst olmaları gerekiyor. Çünkü şu an ekonomik koşullar çok zor. O yüzden markalar, beyaz yakaların kısıtlı zamanlarını daha verimli kılacak pratik ve hayatı kolaylaştıran çözümler sunmalı…
Marka iş birlikleri yaparken hangi kriterlere öncelik veriyorsunuz?
Kozmetikte hayvanlar üzerinde test yapmayan markalarla çalışmaya dikkat ediyorum. Hayvan deneyleri yaptığını bildiğim bir markayla, fiyat konuşmaya bile gerek kalmadan çalışmayı reddetmiştim. Onun dışında hayat felsefeme yakın markalarla iş birliği yapmaya özen gösteriyorum. Çünkü günün sonunda ben onların ismiyle anılıyorum, onlar da benim ismimle. Dolayısıyla sadece insanların cebindeki parayı almak isteyen değil, gerçekten insanların hayatını kolaylaştıran, bir duruşu ve saygınlığı olan markalarla bir araya gelmek istiyorum.