Markaların “unutmasını” engellemeliyiz
Beklememiz ve hazırlıklı olmamız gereken ancak beklemediğimiz ve hazırlıksız yakalandığımız bir felaket daha yaşadık. Muhtemelen bundan sonraki felaketlerde de buna benzer cümleleri kurmayı sürdüreceğiz. Afetlere hazır olabilmek eğitimi, bilimi önceliklendirme, gelir düzeyi ve iletişim özgürlüğü gibi toplumsal gelişmişlik parametrelerinin tamamında ortalamanın üzerinde olmayı gerektiriyor. Bunları iyileştirmeden afetlerden yaralanmadan çıkamaz, yara sarmaya devam ederiz.
Deprem felaketinde yaşanan pek çok eksikliği konuşmaya ve bir kısmımız da “dünyada nadir rastlanan bir felaket” gibi cümlelerle bu eksiklikleri rasyonelleştirmeye devam edeceğiz. Bu tartışmaların gürültüsüne katılmadan sadece uzmanlığımın olduğu iletişim sektörü ve iletişim bilimi açısından yaşadıklarımıza biraz bakmak istiyorum.
Yazımın girişinde de özetlediğim gibi bildiğimiz ama hazırlıksız kaldığımız bir felaketi yaşıyoruz. Bu hazırlıksızlık içinde iletişimde de yeterince hazır olmadığımızı hissettim. Deprem ve benzeri felaketlerde sivil toplum kuruluşları hem organizasyonel hem de ihtiyaçların karşılanması konusunda giderek güçleniyor. Öyle ki kamu otoritesi zaman zaman STK’ların toplum gözünde artan itibarını kendi itibarı açısından bir tehdit olarak görüyor. Bu bile her iki taraf için doğru iletişim stratejileriyle yönetilmesi gereken bir süreç. Çok uzatmadan şu ana kadar yaşadığımız son felakette iletişim açısından kendime aldığım notların bir kısmını sizlerle de paylaşmak isterim:
Afet yönetiminde iletişime yer açın
Kızılay, AFAD, Ahbap, TOG, Afet Platformu gibi afet süreçlerinde öne çıkan yapılarda iletişim STK’larına ve profesyonellerine de mutlaka yer açılmalı. Afet yönetimi sadece fiziki ihtiyaçların sağlanması ve koordinasyonu değil aynı zamanda toplumun tüm paydaşlarını doğru ve zamanında yönlendirebilecek bir iletişim de gerektiriyor. Bu afette hepimizin tanık olduğu pek çok iletişim sorununu, bunları yaşayan kurumları, markaları saymak mümkün. Ve bu hatalar gereksiz gündem yarattı, zaman kaybettirdi, uygulamayı riske soktu.
Yardım ve destek ölçülü anlatılmalı
“Yardım gizlidir, alan el veren eli görmez” yaklaşımı artık geçerli değil. Depremde yardım eli uzattığı halde bunun iletişimini yapmayan ya da cılız bir sesle yapan markalar sosyal ve dijital medyada anlık öfkenin öznesi haline geldi. Kurumlar ölçülü bir doz, format ve dille yaşananlara duyarsız kalmadıklarını anlatmalılar.
Doğruyu, doğru zamanda söylemeliyiz
Öfke, çaresizlik ve ruhsal çöküntünün yüksek düzeyde ve geniş toplum kesimlerinde yaşandığı ortamlarda her doğruyu dile getirmek iyi bir seçim değil. Haklı da olsanız linç kültürü ve tribün psikolojisiyle hareket eden kitlelere kendinizi anlatma şansınız yok. Böyle bir ortamda soğukkanlılığı kaybetmeden kendini anlatmaya değil, çözümün bir parçası olduğunu samimi olarak hissettirmeye ihtiyaç var.
Nefesinizi maratona göre ayarlayın
Afetin sıcak günlerinde yardım ve çözüm konusunda nefesimizi tüketmemeliyiz. Bu uzun bir maraton ve ilk 100 metresinde enerjimizi tü ketmek yanlış bir seçim. Markalar, daha uzun ve orta vadeli, gerçek ve kalıcı ihtiyaçlara çözüm üretmeye odaklanmalı ve destek bütçelerini de buna göre kullanmalı.
Gereksiz şov yardım motivasyonunu azaltır
Parasal yardımın toplumdaki algısı değişti. Bazı kamu kuruluşlarının, bankaların ve birkaç inşaat şirketinin milyar milyar yardımda bulunması ters tepti. Gerçekte övgü alacak yardım rakamlarının bile tepki görmesine neden oldu. 30 milyon lira yardım yapan bir iş adamı sosyal medyada “Bu kadar az yardım mı yapılır” diye linç edildi. Bu da bazı markaları “bu miktar yardım yaparsam tepki alırım” endişesiyle yardım yapmamayı tercih etmeye itti, yardım motivasyonu zarar gördü.
İletişim yatırımları durdurulmamalı
Facianın sıcak günlerinde duygusal ve acele değerlendirmeler yapıldı. “Bu yıl markalar pazarlama harcaması yapmasın bu paraları deprem bölgesine harcasınlar” gibi iyi niyetli ama ekonominin değer üretme kabiliyetini riske atacak öneriler tartışıldı. Oysa bu ülke tüm yaralarını kendi üreteceği ekonomiyle finanse etmek durumunda. Özel sektörün de pazarlama iletişimine devam etmesi, istihdamı ve ekosistemini koruması gerekiyor. Ekonomiyi durduracak bir yaklaşımı benimsememeliyiz.
Sevilmek yetmez, güvenilir olmalıyız
Pandemiyle birlikte marka iletişiminde biz profesyonellerin ısrarcı olduğu “sevilen değil, güvenilen marka olmalıyız” yaklaşımı çok daha güçlendi. Sevildiği, kendi alanında tartışmasız “love mark” olduğu halde Starbucks ve Netflix gibi çok sayıda markanın iletişim hataları nedeniyle tepki gördüğüne şahit olduk.
Afet iletişim planlarını hazırlayalım
Markaların kriz iletişiminden ayrı olarak mutlaka paydaş ve iç iletişimi de kapsayan afet iletişim planları da olmalı.
Afetlerde tıklama haberciliğine mola verelim
İletişimin önemli paydaşı olan dijital medyada haberde aranan bilgiye ulaşmayı geciktiren “tıklama haberciliği” afet dönemlerinde terk edilmeli. Deprem döneminde bazı haber sitesi editörleri bu yaklaşımda ısrar ettiler ve bu bir hataydı.
Önümüzde en azından markaların ve iletişim sektörünün çıkardığı dersleri hayata geçirebileceğini umduğum bir süreç var. Muhtemelen 10 ilimizde yaşanan bu felaketi İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerde yaşayanlar bir süre sonra yine unutacak. Hayat hızla normalleşecek. Biz iletişimciler en azından markaların bunu unutmasını engelleyip çıkardığımız dersleri kurumların hafıza ve reflekslerine yerleştirmeye çalışmalıyız.
Markaların iletişimde beden dillerini geliştirmesi ve değiştirmesi gerekiyor. Önümüzde deprem felaketinin şimdilik gölgede bıraktığı ve giderek ağırlaşacak bir ekonomik sıkıntı süreci var. Üstelik seçim ve siyasetin de bizleri yıpratacağı bir gündem bizleri bekliyor.
“Yaşamanın mucize, ölümün kader” olarak tanımlanmadığı bir ülke olmalıyız. Samimi, anlayan, iş birliğine hazır ve kötü günde de dost olabileceğini hissettiren markalar ve bunu yaratabilecek iletişim stratejilerine ihtiyacımız var. Türkiye, iletişim disiplinlerinin tamamında nitelikli akıllara sahip. Markalar ve iletişim ajanslarının çok daha yakın olması gereken günlerdeyiz. Yaşadıklarımızı toplum unutsa da bizlerin unutmamasının ve bir sonraki olası felaketlere daha hazır olmamızın gelecekteki afet yönetiminde çok fark yaratacağına eminim.
Hepimize geçmiş olsun…
Marketing Türkiye 11 ili etkileyen büyük felakette basılı yayınlara ulaşmanın zorluğunu da göz önünde bulundurarak Mart sayısını web sitesi üzerinden tüm okurlarının erişimine açtı.
Görselin üstünü tıklayarak Marketing Türkiye Mart sayısını okumaya başlayabilirsiniz…