
X,Y,Z, Alfa… Kuşak dönemi bitti “duygusal kabile” dönemi başlıyor!
Duyguların, sezgilerin ve anın enerjisinin pazarlamayı şekillendirdiği yeni bir dönemden geçiyoruz. Artık markalar, yalnızca ürün ya da hizmet satmıyor; bir “vibe”, yani his ve ruh vadediyor. Tüketicilerle kurulan bu duygusal bağ, satın alma kararlarını olduğu kadar marka sadakatini de derinden etkiliyor. Bir trendin ötesine geçerek, pazarlama evreni için yeni bir rota sunan “Vibe Marketing”i her anlamda ele alırken, lider stratejistlerin ve bu alanda fark yaratan markaların içgörülerine gelin birlikte bakalım…
Gün boyu hiç durmadan mobil cihazlarımıza gelen “markalı” bildirimler, içerik tüketilen her alanda karşımıza 5 saniye zorunlulukla çıkan reklam filmleri, bilboardlar, CGI’lar… Oysa, marka iletişimi bombardımanında kalan bir tüketicinin zihninde ve gönlünde yer etmenin yolu “karşısına çıkmak”tan değil duyguda özdeşlik kurmaktan geçiyor. Geleneksel pazarlama stratejileri bugünün hızına ve “tüketici kimlikleri”nin derinliğine yetişemiyor. Çünkü bugünün dünyasında insanlar markalardan bir mesaj değil, bir his bekliyor. O his; aidiyetin, samimiyetin ve anlamın birleştiği yerde doğuyor. Vibe Marketing, tam da bu şekilde çağın ruhunu yakalıyor. Kelimelerden, görsellerden, hatta deneyimlerden daha güçlü bir bağ kurma biçimi olarak yükseliyor…

Vibe Marketing kavramı nasıl ortaya çıktı?
Vibe Marketing’in kökeni, teknoloji dünyasından pazarlamaya uzanan ilham verici bir hikâyeye dayanıyor. 2025 yılının başlarında OpenAI kurucu ortağı Andrej Karpathy, “Vibe Coding” kavramını ortaya attı. Karpathy’ye göre geliştiriciler artık tek tek kod yazmak yerine yapay zekaya bir “vibe” -yani bir his, yön, enerji- tarif ederek yazılım üretebileceklerdi.
Bu fikir kısa sürede teknoloji sınırlarını aştı. Pazarlama evreni, “Eğer kod böyle yazılıyorsa, iletişim neden böyle kurgulanmasın?” sorusunu sordu. Böylece Vibe Marketing doğdu. Vibe Marketing, klasik ürün odaklı stratejilerin ötesine geçiyor. Burada odak nokta, markanın insanlara nasıl hissettirdiği ve hangi kimliği temsil ettiği. Ürün faydasından çok, duygusal yankıya ve kültürel rezonansa odaklanan bu yaklaşım, markaları sadece “konuşan” değil, kültür hızında evrimleşen ve tüketicinin “kendisini bulabileceği” alanlara dönüştürüyor.
Özetle, Vibe Marketing, yapay zekanın sağladığı hız ve üretim gücüyle pazarlamanın odağını üründen duygusal ortaklığa, fayda söyleminden kültürel sinyale kaydırıyor. Markalar için bu, “satış yapan kampanyalar” dan ziyade “hissettiren deneyimler” yaratmanın yeni formülü anlamına geliyor.
Demografiden duygusal kabilelere: Pazarlamanın yeni haritası
On yıllardır pazarlamanın temel kuralı G belliydi: Hedef kitleyi tanımla, segmentleri belirle, mesajını buna göre uyarla. Yani pazarlamacının zihninde hep şu tip tablolar vardı: “Y kuşağı kadınlar”, “şehirli profesyoneller”, “kırsalda yaşayan ebeveynler”…
Ancak bugün, bu yaklaşım kökten sorgulanıyor. Çünkü insanları artık yalnızca yaş, gelir veya lokasyonla tanımlamak yetmiyor. Zira dijital çağın tüketicisi bir sınıflandırmadan çok, bir hissetme biçimine ait. Düşünün: 22 yaşında bir üniversite öğrencisiyle 65 yaşında emekli bir kişi… Farklı hayat evrelerinde, farklı demografik gruplarda yer alıyorlar. Ama ikisi de “dinginlik”, “sade yaşam” ya da “doğayla yeniden bağ kurma” arayışında olabilir. Geleneksel segmentasyon bu iki kişiyi asla aynı dünyada buluşturmazken, “vibe marketing” tam da bu duygusal kesişim noktalarını yakalıyor. Yeni dönemin stratejisi artık demografik kümeler değil, duygusal kabileler etrafında şekilleniyor.
“25-34 yaş arası kentli kadın profesyoneller” yerine “toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele edenler”, “eğlenceli yaratıcılık frekansı”, “çevre duyarlılığıyla tüketenler” gibi hedefli topluklar oluşturuluyor. Ve bu olduğunda sihir başlıyor: Tüketiciler artık sadece satın almıyorlar, “ait oluyorlar”, sadece tüketmiyorlar, birlikte yaratıyorlar, oluşturulan topluluklarla ise marka evrenin yarattığı “kabile”nin bir parçası oluyorlar…
Küresel araştırmalar ne söylüyor?
Duygusal bağ ve sürdürülebilirlik, artık markaların “soft” değerleri olmaktan çıktı; doğrudan satış ve müşteri sadakati üzerinde ölçülebilir etkiler yaratıyor. ITA Group’un 2025 araştırması, duygusal bağ kuran markaların müşteri ziyaretlerini ve satışlarını sekiz kata kadar artırabildiğini ortaya koyuyor. Bu müşteriler markalarla dört kat daha fazla etkileşim kuruyor.
Business Wire’ın 2024 Tüketici Sadakati Anketi de benzer bir tablo çiziyor: Bir markayla güçlü bir duygusal bağ hisseden tüketicilerin yaşam boyu bağlılık oranı yüzde 306 daha yüksek ve bu markayı başkalarına tavsiye etme olasılıkları yüzde 71 artıyor. Edelman verileri ise sosyal sorumluluğun bağ kurmadaki rolünü vurguluyor; toplumsal duyarlılığa sahip markalar, 2,5 kata kadar daha fazla WOM etkisi yaratıyor. McKinsey’ye göre yüksek sosyal sorumluluk performansına sahip şirketler yüzde 20 daha hızlı satış büyümesi kaydederken, Accenture verileri tüketicilerin yüzde 76’sının, sosyal sorumluluğa önem veren markalarla daha “duygusal yakınlık” hissettiğini gösteriyor…
Marketing Türkiye’nin Aralık sayısının kapağında yer alan “Yeter ki “vibe”larımız bir olsun!” dosyasında Marka ve İletişim Stratejisti Özlem Çıragöz, Büyüme Danışmanı, Argus Growth Agency Kurucusu Bora Alçı, Medina Turgul DDB CSO’su Berkant Avcı, beije Head of Brand Natali Levi Demirel, DİMES CMO’su Duygu Süleymanoğlu ve Mastercard Doğu Avrupa Bölgesi Pazarlama ve İletişimden Sorumlu Başkan Yardımcısı Yasemin Develioğlu içgörüleriyle dosyaya zenginlik katarken “Vibe Marketing” stratejik konumlamasını da mercek altına aldı. Marketing Türkiye Aralık sayısında bu zengin fikirleri inceleyebilirsiniz…
