Sabun köpüğü dünyasının en entelektüel ve derinlikli fenomenlerinden Barış Özcan… Ne “makyaj” videoları çekiyor ne de sulu “komedi” unsurlarına başvuruyor… YouTube’da odağına sanat, teknoloji ve tasarımı alan videolarıyla 90 milyon izlenmeye yaklaşan ve 1 milyon 460 bin aboneye sahip Barış Özcan “itibarlı influencer” kavramını sonuna kadar hak ediyor… Bakalım, Barış Özcan “fenomen olma” aşkı için neler söylüyor…
Söyleşi: Efe Daşman
Hayatınızı “YouTube’dan önce” ve “YouTube’dan sonra” şeklinde özetlersek son üç yılda ne gibi değişiklikler oldu?
YouTube’dan önce sanat, tasarım ve teknoloji hikayelerimi farklı ortamlarda anlatmaya çalışıyordum. Ancak hikayelerim küçük bir kitleye ulaşabiliyordu. YouTube’da anlatmaya başlayınca sanırım kendimi daha iyi ifade edebilmeye başladım. Platform da bunların yaygınlaşmasında bir kaldıraç etkisi gösterdi. Hikayelerim daha geniş kitlelere ulaştıkça aldığım geri bildirimler de çeşitlenmeye başladı. Son üç yıl bu anlamda bana çok şey kattı. Özellikle insan psikolojisini daha iyi tanımaya başladığımı hissediyorum. Öte yandan elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görmeye başlıyor gerçekten. Şimdi okuduğum, izlediğim şeylere daha farklı bir gözle bakıyorum.
Türkiye’deki YouTuber’lara baktığımızda ağırlıklı olarak komedi ve makyaj vlogger’larını görüyoruz. Sizin kanalınız çok daha farklı bir yerde konumlanıyor. Kanalınızın bu kadar ilgi çekeceğini tahmin ediyor muydunuz?
Hayır beklemiyordum. Beni hâlâ şaşırtıyor. Fakat son üç yılda YouTube izleyici kitlesinin profilinde de bir değişim gözlemliyorum. Artık çok farklı yaş ve ilgi gruplarından izleyiciler var. O yüzden komedi, makyaj gibi kategorilerin dışında Türkçe içerik üretilirse izleneceğine inanıyorum. İngilizce içerik konusunda hemen her kategoride doygunluk yaşanıyor ama Türkçe içeriklerde pek çok keşfedilmemiş, bakir alan var.
YouTube’un #CreatorsforChange adlı değişim elçilerinden biri olarak seçildiniz ve bu alanda Korkuluk-Scarecrow belgesel çalışmanız büyük ilgi gördü. Bu projeden kısaca bahseder misiniz?
Korkuluk projesi bir YouTube Web dizisi. Projeyi YouTube’un daveti ve desteğiyle Creators for Change programı kapsamında New York’ta gerçekleştirdim. Türkçe ve İngilizce olarak yazıp çektik. Creators for Change inisiyatifi; nefret söylemi, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve buna benzer aşırılıklarla video diliyle mücadele etmeye çalışan YouTuber’larla proje yapıyor. Ben bu aşırılıkların temelinde “korku” olduğuna inanıyorum. “Bilinmeyene duyulan korku.” Hatta geçenlerde bununla ilgili bir de şarkı yaptık. Dizinin her bölümünün başında ve sonunda hikayeyle ilgili küçük bilgiler verip bazı sorular soruyorum. İzleyiciler de kendi yorumlarını/teorilerini paylaşıyor. Altı günlük bu beyin fırtınası boyunca bir yandan dedektifimizin araştırdığı olaylardaki gizemi çözmeye çalışırken bir yandan da insanlığın en temel problemleri hakkında izleyicilerle birlikte kafa yoruyoruz. “Değişim” konusunda sadece YouTube’la değil başka kişi ve kurumlarla da ileride projeler yapmaya devam etmek istiyorum.
Uzunca bir emekleme döneminden sonra YouTube Türkiye bugün beklenen izlenme oranlarına ulaşmış durumda. YouTube Türkiye’den memnun musunuz?
Açıkçası YouTube’u Türkiye/dünya ayırımı yapmadan izliyorum. Beğenerek takip ettiğim kanalların çoğu İngilizce içeriğe sahip. Eğer trendlerdeki videolara aldırmayıp keşfetme konusunda sabırlı olursanız gerçekten kaliteli kanallara ulaşabiliyorsunuz. Geçtiğimiz aylarda YouTube’un dibi hareketi kapsamında takipçi sayısı az olmasına rağmen kaliteli bulduğum 25 Türkçe içerikli kanalı paylaşmıştım. Pek çok izleyicim yeni kanalları keşfettikleri için çok mutlu oldular. Aslında YouTube’un önerdiği videoların dışına çıkmaya çabalayıp aktif bir “arayıcı” olursanız gerçekten çok farklı kişilerle tanışabiliyorsunuz. Barış Özcan’ın videolarında diğer
YouTuber’lara nazaran daha az ücretli tanıtım ve ürün yerleştirme görüyoruz. Bunun özel bir sebebi var mı? Çalıştığınız markaları neye göre belirliyorsunuz?
İzleyicilerimle güvene dayalı bir ilişkimiz var. Benim için en önemli öncelik bu. Uzun vadeli böyle bir ilişkiyi sürdürülebilir kılmanın yolu da sorumluluk duygusundan geçiyor. Abone ve izlenme sayıları arttıkça pek çok markadan tanıtım teklifi almaya başladım. Ancak bu markalarla kanalın içeriği arasında bir uyum olmasına ve izleyicilerime değer katmasına çalıştığım için çoğunu reddetmek zorunda kaldım. Markanın ürün ya da hizmetlerini gerçekten kullanıyorsam tavsiye etmeye çalışıyorum. Bazı durumlarda bu mümkün olamayacağı için bu durumda da izleyici kitlem için fayda sağlayıp sağlamadığına ve hayatında bir katma değer oluşturup oluşturmadığına bakıyorum. En önemli kriterlerimden biri içeriği markanın belirlememesi. Benim kanalımda markaları bir misafir olarak görüyorum. Dolayısıyla yemekte ne olacağına ve bunun nasıl pişirileceğine ben karar veriyorum. Elbette her markanın kendi iletişim stratejisi var. Bunları da iyice öğrenip yemeğe bir sos olarak katıyorum. Ama sonuçta ortaya çıkan “içerik yemeği”nin bir kişinin elinden çıkması çok önemli.
Son dönemde özellikle yurt dışında milyonlarca takipçisi olan YouTuber’ların algı yönetimi açısından bazı sorunlar yaşadığını gözlemledik. Özellikle influencer marketing açısından markalarla YouTuber’ların ilişkisinin sağlamlaşması için nelere dikkat edilmesi gerekiyor?
YouTube platformu bazıları için çok hızlı bir yükselme imkanı sağlıyor. Ancak özellikle hayat tecrübesi az olan gençlerden bir kısmı bu hızlı yükselişi yönetemiyor ve dolayısıyla bu tür iletişim kazaları yaşanıyor. “Influencer marketing” geleneksel reklamların ulaşamadığı bir hedef kitleye dolaysız olarak ulaşma isteğinden doğdu. Ancak markalar tıpkı geleneksel reklamlarda olduğu gibi mümkün olduğu kadar çok kişiye ulaşmak istediler. Oysa “görünürlük” tek hedef olmamalı. Gerçek bir “influence”ı ölçümleyebilmek çok zor. Markaların hedef kitleleriyle ilgili daha çok araştırma yapmasını gerektiriyor. Bu araştırmalarda aranması gereken şeylerden biri de hedef kitle için “güvenilir nasihat verici kişi – trusted advisor”ların bulunması olmalı. İşin markalara bakan yönü bu. Bir de içerik üreticilerine bakan tarafı var. Bizlerin de markaların ürün ve hizmetleriyle ilgili iletişim stratejilerini daha iyi öğrenmemiz gerekiyor. Bu beklentiyi karşılayabilmek için ben markanın hikayesini öğrenmeye çalışıyorum. Eğer bu hikaye izleyicilerimin ve benim hikayelerimizle kesişiyorsa o zaman tüm taraflar için tatmin edici bir içerik ortaya çıkıyor.
Bildiğiniz üzere 3 Nisan Salı günü YouTube’un Genel Merkezi saldırıya uğradı. İnsanları bu saldırıya iten psikolojiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Fenomen olmak artık bir ölüm kalım meselesine mi dönüştü?
O saldırıda bireysel silahlanmanın kolaylaşması, YouTube’un içerik üreticileriyle ilgili yeni politikaları ve saldırıyı gerçekleştiren kişinin akli dengesizliği gibi pek çok başka ayrıntı da var ama genel olarak bazıları için ölümüne bir mücadele konusu haline gelmiş gibi görünüyor. Sosyal medya, bazıları için hayatın kendisine dönüştü. Kendimize baloncuklar oluşturup içinde yaşamaya başladık. Videolarımda da sıklıkla anlattığım sanal gerçeklik için mutlaka teknolojik bir kask takmak gerekmiyor. Bunun sanal olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Gördüklerimizin doğruluğunu sorgulamalıyız. Mutluluğun sanalının değil gerçeğinin peşinden koşmalıyız.