Sinema filmleri, diziler ve özellikle de tiyatro oyunlarıyla Türk toplumunun gönlünde taht kuran Demet Evgar, Lay’s ve BKM ile gerçekleştirdiği marka iş birlikleriyle de adından söz ettiriyor. Başarılı projelerini konuşmak için bir araya geldiğimiz Evgar “Seyirci bunu istiyor” mantığına inanmadığını söylüyor ve “Sunulan eserle seyirciyi oyalamak, onun aklıyla dalga geçmek, onun kapasitesini daraltmak icracının vizyonsuzluğu…” diyor. Evgar’ın “Türkiye’de sanatın özgür olduğuna inanıyor musunuz?” sorusuna yanıtı ise manidar: “Sanat için ‘esaret’ denen illet de bir hazinedir.”
Kariyerini boyunca farklı türde birçok projede yer aldınız. Tiyatro, film, dizi, sinema, reklam projeleri… İlk olarak bu enerjinin sırrını öğrenebilir miyiz?
Annem bana çocukken “Sevdiğin işi yaparsan yorulmazsın” demişti. Sanırım sırrı sevdiğim işin ne olduğunu bulmuş olmam.
İzleyiciyle tiyatro sahnesinde sıklıkla buluşuyorsunuz. Son tiyatro oyununuz Hedda Gabler’den kısaca bahseder misiniz?
Hedda Gabler 1890’da çağdaş tiyatronun ilk temsilcilerinden Henrik İbsen’in yazdığı, dönemin ahlak yapısına uygun bulunmayan bir anti kahramanın hikayesi. 19’uncu yüzyılda yazılmış bu metni bugün sahneye koymaktaki amacımızsa şu soruyu sormak: “Kadının yaşam amacını seçmeyi 21’inci yüzyılda kadına bırakabildik mi?”
Kariyeriniz boyunca birçok farklı karaktere hayat verdiniz ancak geniş kitleler sizin komik tarafınızı en çok 1 Kadın 1 Erkek’te fark etti. Aile Arasında filmindeki performansınızsa oldukça takdir topladı. Bu bağlamda Türk toplumunun komedi yapımlarına bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Türkiye’nin mizah anlayışını sosyo-kültürel ve ekonomik katmanlara ayırmak mümkün mü?
Bu ülke mizahla yetişti. Devekuşu Kabare, Ertem Eğilmez filmleri, Şener Şen, Kemal Sunal, Adile Naşit, Ayşen Gruda, Metin Akpınar, Zeki Alasya, Altan Erbulak gibi bir sürü usta, sayısız film var ki hala seyrediyoruz onları… Gırgır, Leman gibi dergilerle büyüdük biz… Toplumun hafızasında muhteşem bir mizah duygusu yatıyor. Her ne kadar 2000’lerin başında bu kolektif mizahtan yavaş yavaş uzaklaşılsa da mizah, Türkiye’deki eski göbek bağına dönmeyi hedeflemeli kanımca. Aile Arasında bu hedefe yönelik bir adımdı. Özlenen ve toplumun tanışık olduğu mizaha göz kırpabildi. Dolayısıyla “seyirci bunu istiyor” mantığına inanan biri değilim. Sunulan eserle seyirciyi oyalamak, onun aklıyla dalga geçmek, onun kapasitesini daraltmak icracının vizyonsuzluğu… Bu ülkenin seyircisinin sağduyusuna hep güvendim çünkü ben de onlardan biriyim.
Rol aldığınız bir başka çalışmaysa Avlu’ydu. Ve artık bu yapım yeni mecrası Netflix’te… Yeni bölümlerinin de Netflix üzerinden yayınlanacağı konuşuluyor. Sizce Avlu dizisi yeni mecrasında kemik kitlesini de aşarak daha büyük bir izleyici kitlesine ulaşacak mı?
Avlu’nun Netflix gibi çok sayıda ülkede izlenen bir mecrada yayınlanıyor olmasından dolayı çok mutluyum. Sadece Netflix platformunda yayınlanarak bu bahsettiğiniz kemik kitlesini zaten halihazırda katbekat aştı. Avlu’nun bu potansiyelde olduğuna inancım hep tamdı. Şimdi de yeni bölümlerin Netflix’de yayınlanmasıyla ilgili bir süreç yürütüldüğünü biliyorum ama işin içinde sizden bağımsız bir sürü paradigma var. O yüzden her şey olasılık dahilinde diyebilirim.
En çok kendinize yakın hissettiğiniz, “İyi ki bu projede yer almışım” dediğiniz çalışma hangisi oldu?
“Beyza’nın Kadınları” ilk göz ağrım. “1 Kadın 1 Erkek” seyircimle aramdaki bağı çok net hissettiğim bir iş oldu. “Aile Arasında” ile bu bağ taçlandı, “Avlu” ile bambaşka bir yere taşındı. Bu dört işin her biri yamacında nice güzel işlerin oluşturduğu tepecikler… Hepsine şükran doluyum.
“PANGAR’IN ÇALIŞMALARINA ODAKLANDIK”
“Bu aralar Pangar’ın çalışmalarına odaklanmış durumdayız, onu bir üst versiyonuna taşıyoruz. Pangar, bir tiyatro olmasının ötesinde birçok disiplini bir araya getiren bir çatı aslında. Bunlardan biri de ‘Hata Yapım Atölyesi’. Bu atölyenin içinde 4 yıldır sürdürdüğümüz “Seyirci Yetiştirme” kısmı var. Sahne dinamiklerini kullanarak seyretmenin inceliklerini, izlemekten farkını mercek altına alıyoruz. Her meslek ve yaştan öğrencilerimizle sürdürdüğümüz bu deneyim, bizim onlarla kurduğumuz köprüde seyircinin kendi önemini ve rolünü fark etmesinde önemli bir adım oluyor. Yüzü dünyaya dönük orijinal materyaller yaratmak manifestomuz aslında. Pangar Çevi (çocuk evi) Pangar Dans, Pangar Kabare için içerik üretmek ve tüm bunları tek bir çatıda toplayan bir merkez oluşturmak şu anki gündemimiz.”
Türkiye’de sanatın özgür olduğuna inanıyor musunuz?
Bu sorunun cevabı “özgürlük”ten ne anladığınızla çok bağlantılı. Sanat için “esaret” denen illet de bir hazinedir.
Bu zamana kadar Kotex, Bankalararası Kart Merkezi (BKM), Lay’s gibi birçok markanın yüzü oldunuz. Ve bu projelerdeki başarılarınız ödülle taçlandırıldı. Reklam yüzü olduğunuz markaları seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Öncelikle markanın şeffaflığı ve güvenirliği tabii ki… Ama bir markanın yüzü olacağım zaman önce o ürünle olan kendi ilişkime bakarım. Burada kendimle ürün-marka arasındaki aidiyet duygusu çok önemli. Ben kendimi o ürüne ait hissetmiyorsam tüketiciden de ürünü satın aldırtacak aidiyet duygusunu beklemek haksızlık ve müşteriyi yanıltmak olur. Bu yüzden o ürünü hayatımda kullanıyor muyum? Kullanmak ister miyim? Marka ve ürünle tanıştığımda bana o güveni, zevki ve o tatmini veriyor mu? Markanın benim hayatımın içindeki varlığı, bir tüketici olarak kendimin de o ürünü keyif alarak kullanabiliyor olmam benim seçimlerimde en belirleyici ve öncelikli unsur. Bunun yanı sıra reklam filminin içeriği, senaryosu, kreatif ekibi de önem taşıyor.
BKM ve Lay’s ile olan iş birlikleriniz devam ediyor. Bu projelerden kısaca söz eder misiniz?
Bankalararası Kart Merkezi ile olan internet reklam filmimiz biraz da sosyal sorumluluk. Reklam kampanyamız sonrasında dolandırıcılığı konu alan işlemlerde yüzde 50 düşüş olduğu bilgisini aldım. Çok kreatif bir ekiple birlikte çalıştık ve o filmde yer almak çok zevkliydi benim için. Umarım daha geniş kitlelerle buluşur. Lay’s ile 3 sezondur birlikteyiz. Birlikte güzel bir kampanya yürüttük. Çok genç, özgüvenli ve yaratıcı bir ekibi var. Güzel eğleniyoruz sette birlikte.
Türkiye’deki reklam sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle son dönemde reklam sektöründe cinsiyet eşitliğine dair birçok çalışma gerçekleştiriliyor. Siz bu çabaları yeterli görüyor musunuz?
Kadın-erkek eşitliğinin dünyada hâlâ çözümlenememiş bir konu olması, yüzyıllardır süre gelen kadına dair, güçsüz, güvenilmez gibi inanç yapılarının, bilinçaltı kodlarının tüm dünyada bir şekilde devam ettiğini gösteriyor. Reklam bu algıyı dönüştürmekte çok güçlü araçlardan biri. Bu bağlamda Türkiye’de reklam sektöründe bu sorumluluğun bilincinde ve farkında markaların olması, cinsiyet eşitliğine dair çalışmalar yapılması sevindirici. Reklamlarda kadınların güçlü, ilham veren, lider pozisyonlarda daha çok kullanılması sayesinde toplumun gelişimine düşündüğümüzden daha fazla katkıda bulunmak mümkün.