Kadınların medyada var olmak için ya erkekleşmeyi seçtiğini ya da erkekleşmemek için yönetici olmadığını söyleyen Habertürk Yazarı Balçiçek İlter, kadın yazarlara “Ekonomiye çok karışma, siyasetten bahsetme” yani tabir-i caizse “kadınlığını bil, otur oturduğun yerde” dendiğini belirtiyor. Balçiçek İlter, kadıları aşağılayan köşe yazılarının yeni anayasada nefret suçu kapsamına alınması gerektiğini düşünüyor. Özellikle son günlerde kürtaj tartışmasına dair yazdıklarıyla da öne çıkan İlter, “Ben kürtaj tartışmasında en çok AK Parti’nin kadınlarını suçluyorum. Onların daha çok ses çıkarması gerekiyor” diyor.
Biyografinize baktığımızda ODTÜ Psikoloji mezunu olduğunuzu görüyoruz. Medya ile nasıl tanıştınız?
Üniversiteye başlamadan önce medya ile tanıştım. 17 yaşında Dame de Sion Lisesi’nde okurken, rahmetli Ercan Arıklı Türkiye’ye yeni gelen ve çok ses getiren Cosmopolitan dergisi için Fransızcadan kendilerine çeviriler yapmamı istedi. Dedem Şahap Sıtkı bir edebiyatçıydı. O sebeple yazar-çizer bir ailede büyüdüm ve medyaya girdiğimde de çok yabancılık çekmedim. Ama aklım fikrim siyasetteydi. O sebeple Dame de Sion Lisesi’nde okumaya devam ederken Ercan Arıklı’ya gittim ve Aktüel dergisinde çalışmak istediğimi söyledim. Bana, “Orada ne yapmak istiyorsun” dedi. Ben de kendini bilmez bir tavırla “siyaset konularını sokağa taşımak istiyorum” dedim. “O zaman bu konuda bir rapor hazırla” dedi. Ben de oturdum ve Aktüel dergisi nasıl olmalıdır diye bir rapor hazırladım. Ercan Arıklı da bu raporu Aktüel Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’e vermiş. Bir gün dedi ki “Alper seni görmek istiyor.” Gittim ve hazırladığım dosyayı ciddi ciddi incelediğini gördüm. Oysa çoğu kişi 19 yaşındaki bir çocuğun hazırladığı böyle bir çalışmaya bakmazdı bile. Alper Görmüş, “Raporunu çok beğendim, hatta iki tane de konu çıkardım içinden, gel bunları bize yap” dedi. Ben tabii çok mutlu oldum ve Aktüel için çalışmaya başladım. İlk haberim de kapak oldu. Siyasete meraklı olduğum için Ankara’da bir üniversitede okumak istiyordum ve nihayetinde ODTÜ Psikoloji’yi kazanıp Ankara’ya gittim. Okurken Aktüel’de çalışmaya devam ettim. Basın kartım olmadığı için her gün bir milletvekilinin koluna takılıp meclise giriyordum. Bu süreçte yaptığım röportajlar arttı. Sonrasında kadın başıma Aktüel’in Ankara temsilcisi oldum. “Kadın başıma” diyorum çünkü
Ankara’da kadın gazeteci olmak çok zor bir işti. Çok zorlandım ama sonra oyunun kurallarını öğrendim. Bir süre sonra Sabah Grubu’nun tüm dergilerinin Ankara temsilcisi oldum.
Sabah gazetesinin ilk kadın Yazı İşleri Müdürü de oldunuz… Hem de daha 29 yaşında…
Yedi yıl sonra evlendim ve Grup Koordinatörü olarak İstanbul’a geldim. O dönem ciddi bir finansal kriz yaşıyorduk ve benim de görevlerimden biri sorumlu olduğum dergileri ayakta tutmaktı. Sonra Vatan gazetesini kurmak için Sabah’tan toplu ayrılıklar oldu. Bu süreçte bana da Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi olmam önerildi. Ama ben Ankara’ya tekrar gitmek istemeyince bu defa “Sabah Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ol” dediler. 29 yaşındaydım ve o günün heyecanıyla, haddini bilmezliğiyle kabul ettim. Bugün olsa kabul etmeyebilirdim çünkü bu çok büyük bir sorumluluk. Böylece Sabah Gazetesi’nin ilk kadın Yazı İşleri Müdürü oldum ve altı yıl o görevi yürüttüm. TMSF, Sabah gazetesine el koyduğunda gazeteden atıldım.
Habertürk gazetesine geçişiniz nasıl gerçekleşti?
Sabah’tan ayrıldıktan sonra eski patronlarım Turgay Ciner ve Kenan Tekdağ ile el sıkıştım. Gazetede çalışmayı beklerken bana dediler ki “Hadi ekrana!” Aslında aklımda televizyon programı yapmak yoktu, hatta ekrana çıkmaktan da çok korkardım. Konuk olarak bile çağrıldığımda gitmezdim. Ama Habertürk’te beni “resmen” kameranın önüne ittiler ve kapıyı üstüme kilitlediler.
Medyadaki güçlü kadınların çoğunun aslında mesleki anlamda “erkekleşmiş kadınlar” olduğunu söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir sizce?
Her yerde olduğu gibi medyada da erkek egemenliği var. Ben Sabah’ta Yazı İşleri Müdürü’yken kadın yönetici sayısı diğer gazetelere göre oldukça fazlaydı. Ama yine de erkek bakış açısı ve erkek egemenliği vardı. Medyadaki erkek egemenliği şimdilerde daha da artıyor. Çünkü medya erkek bakış açısını görmek istiyor. Biz bir avuç kadın bu erkek egemenliğinin içinde sesimizi çıkarmaya çalışıyoruz. Kadınlar bu dünyada var olabilmek için ya erkekleşmeyi seçiyor ya da erkekleşmemek için yönetici olmamayı tercih ediyor. Sanırım ben ikincisine örneğim.
Bir de tam aksine dişiliğiyle ön planda olan isimler var…
Medyada yıllarca kadınlara “güzel kadın”, “iddialı yazı”, “röportaj” kontenjanından yer verildi ama belli sınırların dışına çıkması da istenmedi. “Ekonomiye çok karışma, siyasetten bahsetme” yani tabir-i caizse “kadınlığını bil, otur oturduğun yerde” denildi. Verilen alanı daha da genişletmeye çalışan kadınlar çıktı ama nihayetinde sınırlar belliydi. “Kadın gazeteci özel hayatını yazarsa çok iyi olurdu, hele de mini eteğini giyer ve birinci sayfadan poz verirse şahane olur” dendi. Bu kurallara uyanlar kaldı, uyamayanlar başka bir yöne gitti.
Bir süre önce Sabah Gazetesi Yazarı Engin Ardıç, “Hanım hanım gazete basıp güvenlikçi tartaklamak değil, gerektiğinde kıçını açmaktır marifet! Aç ki muhalif basın sana da haber değeri versin!” dediği bir yazı yazmış ve siz de buna sert bir tepki göstermiştiniz…
Ben hem özel hayatımda hem de çalıştığım kurumlarda hep bu bakış açısıyla mücadele ettim. Benim sinirlendiğim iki yüzlülük… Erkekler işlerine geldiğinde kadın haklarından bahsediyor. Ama arkadaki zihniyet hiç değişmiyor ve bu tür yazıları görünce de midem bulanıyor. Engin Ardıç denilen adam kendini muhafazakâr olarak nitelendiren bir patronun gazetesinde çalışıyor. Ve bize bu düşünceyi dayatıp, “Hadi kadınlar poponuzu açın” diyor. Ondan önce de “Solcu kadınlar çirkindir” diye yazılar yazıyordu. Adam densizdir, kafayı başka bir şeye takar yazar. Önemi olan bu değil, bunun bize dayatılması ve en büyük gazetelerin birinde üçüncü sayfadan karşımıza çıkması… Aynı şekilde ağabey dediğim Hıncal Uluç, Defne Joy hakkında, “Su testisi su yolunda kırılır” diye bir yazı yazdı. Bu da benim hâlâ hazmedemediğim, Hıncal Ağabey ile bir araya geldiğimde soramadığım başka bir mide bulandırıcı olaydır. Öte yandan Serdar Turgut da Rojin ile ilgili çok ağır bir yazı yazmıştı. Bu bakış açısının medyadan uzaklaştırılması gerekiyor.
Çözüm ne? Bu tür yazıların gazetelerde yazdırılmaması mı gerekiyor?
Bunlar ciddi nefret suçlarıdır. Bunlar, hazırlıkları yapılan sivil anayasada nefret suçları kapsamına alınmalı. Dünyada olduğu gibi bu tür yazıların önüne yasalarla geçilmeli. Bu üç yazarın yazdığı yazıların demokratik ülkelerin gazetelerinde yer alması mümkün değil. Yazılırsa da bedeli çok ağır olur. Yasaların dışında okurlar bu tür yazıları cezalandırır. Ama bizde böyle bir yazının ardından kadın dernekleri eylem yapıyor, onlar eylem yapınca aynı nefreti içeren birkaç yazı daha yazılıyor.
Başbakan Erdoğan geçtiğimiz günlerde bir kısım gazeteciye “…yakın zamana kadar boyunları tasmalı olanlar… Akbabalar…” diye hitap etti ve tartışmalar alevlendi. Sizce Erdoğan nasıl bir medya görmek istiyor?
Erdoğan bu ülke için yeni bir Başbakan modeli değil. Türkiye’de her Başbakan kendi medyasını yaratmaya çalıştı. Ama bunda medyanın da suçu var. Mesela 28 Şubat sürecinde medyanın hükümetleri devirdiğini, bakanları tehdit ettiğini, medyanın bir paşa telefonuyla hazır ola geçtiğini, kimi gazetecilerin attıkları manşetlerle ve tehditlerle insanların hayatını kararttığını gördük. Ama bugün bu isimler demokrat görünüp Başbakan’ın medyaya müdahalesini eleştiriyor. Başbakan kendi medyasını yaratmaya çalışıyor ve biz buna karşı direnmek zorundayız ama medya yöneticilerinin bu ikiyüzlülüğü beni rahatsız ediyor.
Mevcut hükümetin şimdiye kadar iktidarların yarattığı en güçlü medyaya sahip olduğu söyleniyor. Siz buna katılıyor musunuz?
28 Şubat döneminde medya, ordu ve işadamları işbirliği yaparak hükümetleri devirdi. Bugünkü medya bu kadar güçlü mü? Medya nereye hizmet ettiğinde güçlü oluyor? Ben bu soruların cevabını bilmiyorum. Medya patronları artık sadece medyadan para kazanmıyor. Gazeteciliğe dair okullarda okutulan “özgürlük” tanımları artık geçerli değil. Benim oturup çalıştığım gazetenin bağlı olduğu gruba ilişkin olumsuz haberler yapmam mümkün mü? Böyle bir şey yok. Her medya patronu gazetecilerine bir özgürlük alanı yaratıyor. Bu bazen geniş, bazen dar oluyor. Kendi adıma bana verilen bu özgürlük alanı içinde, vicdanımı rahatsız edecek şeyler yapmadan dönüp dolaşıyorum. Ama bugüne kadar ne patrondan ne de başka bir yöneticiden telefon almadım, baskı görmedim. Hatta yazdığım gazetenin yayın politikasını çok sert bir dille eleştirmeme karşın…
Kocası tarafından bıçaklan Şefika Etik’in yarı çıplak ve sırtına saplanan bıçakla Habertürk’ün manşetine çıkarılmasına verdiğiniz tepkiden bahsediyorsunuz sanırım…
Bu olayla ilgili Habertürk’ün şiddetin ta kendisini yaptığını yazdım. Bunu yazdıktan sonra da ne Fatih Altaylı’dan ne de patronumdan telefon aldım. Habertürk’te böyle bir yapı var.
Bir de tutuklu gazeteciler var… Sizce Türk okuru tutuklu gazeteciler konusuna yeteri kadar duyarlı mı?
Gazetecilerin dışında paşalar, milletvekilleri, akademisyenler ve işadamları da var içerde. Hiçbirine tepki göstermiyoruz. Aziz Yıldırım’ın gözaltına alınmasına tepki gösterildi ama sadece Fenerbahçeliler yaptı bunu. Çünkü tüm kesimler taraflara bölünmüş durumda. Ben KCK davasında akademisyenlerin gözaltına alınmasını eleştirdiğimde bana da “Sen de mi onlardansın” dendi. O sebeple insanlar rahat rahat fikirlerini dile getiremiyor çünkü dile getirdiğinde taraf olmakla itham ediliyor. Öte yandan mesela Nuray Mert medyadan bir şekilde uzaklaştırıldı ve biz gazeteciler kendisine yazılarımızla destek verdik. Nuray Mert kıymetli bir akademisyen ancak akademisyenlerden Nuray Mert’e destek gelmedi. Neden üniversitelerde bir yürüyüş dahi olmadı? Günah keçisi hep gazeteciler oluyor. Ama bu ülkeyi tek başına gazeteciler kurtaramaz.
Son dönemde en çok dikkat çeken yazılarınızdan bir de “Niye Kürtaj oluyoruz?” başlıklı makalenizdi. Kamuoyunda kürtaj tartışmasına ciddi bir tepki var ama Başbakan Erdoğan halkın kürtajın yasaklanmasını istediğini söylüyor. Sizce bu tartışmanın sonu nereye gider…
Kürtaj konusunu neden erkekler konuşuyor? Bu kadınların konuşması gereken bir durum… Öte yandan kürtaj arttı deniyor. Peki, bu artışın sebebi nedir? Tecavüzler mi, ensest ilişkiler mi, yoksa kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılması mı? Hiç bunları sorgulamıyoruz. Sağlık Bakanlığı’nı aradım ve bu konuda bir araştırma yapılmadığını öğrendim. Üstelik kürtajın yasak olduğu ülkelerde tek değişen şey ölen kadın sayısının artması oluyor. Çünkü sağlıksız koşullarda da olsa kürtaj yapılmaya devam ediliyor. Olan yine cahil ve parasız kadınlara olacak.
Kürtaj konusu sizce özellikle medyadaki kadın yazarlardan yeterli tepkiyi gördü mü?
Gazetecilerden tepki yükseldi ama ben bu konuda en çok AK Parti’nin kadınlarını suçluyorum. Onların daha çok ses çıkarması gerekiyor. Yine muhafazakâr medyanın kadın yazarlarından daha çok yazı bekliyorum. Onların vereceği tepkiler çok daha etkili olacaktır. Nihayetinde biz farklı mahallenin insanlarıyız ve muhafazakâr kesimin kulak verdiği yazarların bu konuda yazacakları çok daha etkili olacaktır.