Söyleşi: Özlem Terzi
Ayta Sözeri… Güneşi Gördüm’ün Tuana’sı, Kayıp Şehir’in Duygu’su, Paramparça’nın Nezaket’i ve Türkiye’nin ilk trans oyuncusu… Geçmişte sırf trans bir birey olduğu için kiralayacak ev bulmayan, sokakta yürürken ötekileştirilen… Sözeri, bugün yapım şirketlerinin peşinden koştuğu, hayranlarının fotoğraf çektirmek için sıraya girdiği, aktivist yanıyla entelektüel çevrelerde sözünün geçtiği bir oyuncu artık. Sözeri ile yolumuz İstiklal Caddesi’nde kesişti.
Hepimiz bir yolculuk içindeyiz. Kimimiz içsel yolculuğunda kimimiz kariyer yolculuğunda. Ayta’nın yolculuğu nasıl gidiyor?
Yolculuğum devam ediyor ama ben nerede olduğumu bilmiyorum. Yolculuğumun başını ise çok iyi biliyorum. Yani ailemle başlayan hikayemi. Almanya’da doğuyorum ama annem babam evli değil. Bir aşk çocuğuyum, kimine göre ise veled- i zina. Onların birlikte oldukları yıllarda evlilik dışı çocuk doğurmak yasak. Bir süre nüfuslarına geçiremiyorlar beni. Uzun süre bekliyorum ve sonra nüfusa geçiyorum. Daha en baştan karmaşık bir hayat benimki. Almanya’dan sonra İzmir’e yerleştik. Beni istedikleri gibi yönlendirip yetiştirdikleri kısacası hayatımın çalınan yıllarını İzmir’de geçirdim. 20 yaşına geldiğimde ise onlarla olan yolculuğum bitti. O gece evden kovuldum. İstanbul’a doğru yola çıktım. Arkada Sezen çalıyordu…
Oyunculuk serüveni nasıl başladı?
Küçükken hep şarkıcı olmak istiyordum. Sırf Bülent Ersoy’u, Zeki Müren’i görüp de şarkı söylemek istediğim için değil. Ortaokulda katılmak istedim. Müzik öğretmenimiz Gülçin Hanım “Sen bu sesle mi koraya katılacaksın” dediğinde umutlarım kırıldı. “Allah’ım ne kadar kötü bir sesim varmış, koraya bile giremedim” diye kendimi paraladım. Ben de bari oyuncu olayım diyerek tiyatro koluna girdim. Bir gün baktım, ödül kaldırıyorum. Liseler arası tiyatro yarışmasında da en iyi erkek oyuncu olmuşum. Sonra şarkı söyleyebildiğimi öğrendim. Babam evden kovduğunda soluğu İstanbul’da aldım. Hayalim bir albüm yapmak. Böyle dört kere açılacak kapağı içinde her şarkının yanında resmim olacak. Sonra teşekkür edeceğim beni yetiştirdiği için anneme, babama müzik direktörüme falan filan. Ama İstanbul’a gelip hayatı öğrenmeye başlayınca bir bakıyorsun ki işin gerçek yüzü böyle değil. Ben de sahnelerde barlarda şarkı söylemeye başladım. Bu haftada sahneye çıkacak yer bulayım, kirayı ödeyecek para bulayım diye mücadele ederken, bir baktım oyuncu olmuşum. O dönem İstanbul’da Boncuk Restoran’da çalışıyordum. “Hayat Bağları” dizisinin set yemeğini bizim mekânda yaptılar. Program sonunda beni çok sevmişler. Yönetmen “Mutlaka seni bir yerde oynatacağım” dedi. İlk rolüm hapishane müdiresiydi. Tümay Özokur beni seyretmiş telefonum çaldı bir gün açtım. “Ben Tümay Özokur sizi Portakal Ajans’tan arıyorum oyunculuğunuz çok iyi, bence devam etmelisiniz sizinle görüşmek istiyoruz” dedi. “Aha!” dedim. Bir dakika nasıl yani ben şarkıcı olmak istiyordum. Oyuncu mu olacağım? Sonra o umutlarla gidip ajansa kaydolup ikinci gün başrol oynayacağımı düşünüyordum ama 12 yıl sonra Kayıp Şehir’de oynadım. (Gülüşmeler)
Oyunculuk anlamında kader ağlarını geç örmüş sanırım… Bu arada kadere inanır mısınız?
Ben kaderin Monopoli oyunu olduğuna inanıyorum. Zarı atıyorsun altı geliyor diyelim. İşte o altıyla gidecek birkaç tane yolun var. O birkaç tane yolun zaten yazıldığını biliyorsun ama hangi yoldan gideceğin senin kararın. Bu da özgür irade demek. Özgür iradeye Tanrı bile karışmıyor. O yolu seçiyorsun onu yaşıyorsun. O yolun ortasında kalkıp da “Ya kaderde bu varmış” demek o kadar saçma ki. Bir kişinin kaderinin birden fazla olduğuna inanıyorum ben. Kaderin var ve hangisini seçeceğine sen karar veriyorsun. Her seferinde seçtiğin yolu değiştirmek içinde karşına ara yollar veriliyor devam mı edeyim, yoksa diğer tarafa mı geçeyim mi diye.
Sizin attığınız zar kaç çıktı peki?
Ben o zarı attım ve bir geldi. Kayıp Şehir’den önce Kıbrıs’a yerleşmeye, orada çalışmaya karar verdim. Tüm hazırlıklarım tamamken ajanstan aradılar. “Sizi Kayıp Şehir dizisi için arıyoruz. Devamlı bir rolünüz olacak” dediler. Böyle şeylere inanmadığımı, gelmeyeceğimi, beni bir daha aramamaları gerektiğini söyledim. Kapattım telefonu karşımdakinin suratına. İşte, ben zarı o zaman attım. Sonra beni Tümay aradı, “Benimle sözleşmen olduğunu biliyorsun değil mi? Seni mahkemeye veririm o görüşmeye gideceksin” dedi. Ben de “Tamam Tümay’cığım gidiyorum” dedim. O zar altı oldu. Kayıp Şehir’le Ayta Sözeri oldu.
Söyleşinin devamı Marketing Magazine Ağustos sayısında.