CHP’ye de yakışırmış
Siyasi iletişimin tavan yaptığı günlerden geçiyoruz. Bilindiği üzere iletişimin en etkili unsuru “görselliğin kullanımı”dır değil mi? Şimdi düşünün bakalım, hangi partinin hangi görsel/işitsel iletişimi aklınızda kaldı? Hangi görsel/işitsel iletişim aracı sizi ve oy tercihinizi etkiledi?
Eğer aklınızı ve gönlünüzü bir partiye omurilikten bağlamadıysanız bu soruya sizin ve karşınızdakinin tatmin olacağı bir yanıt bulmanız hayli zordur. Hangi seçim döneminde kampanyalar bu kadar zayıftı, hatırlamıyorum. Sanki söz birliği etmişler. “Lider çıkar konuşur. Kitleleri ikna eder nasılsa” diye düşündüklerini çağrıştıran bir hava söz konusu. Liderlerin ikna turları her şeyi belirleyecek anlaşılan…
Bu arada aradan sıyrılan biri vardı. Zamanlamayı iyi yaptı. 18 Mart günü bir kliple sosyal medyanın ortasına bomba gibi düştü. Daha önce diğer 25 -kendi ifadeleriyle “önemli”- isimle birlikte “Hayır” diyeceğini açıklamış olan Haluk Levent, Çanakkale şehitlerini, İstiklâl Savaşı kahramanlarını, İzmir’in kurtuluşu için savaşmış Kuvâ’cıları anma niyetiyle dev bir orkestra ve koro eşliğinde İzmir Marşı’nı okumuş.
Marşın sonlarına doğru Haluk Levent bir mesaj okuyor ve mesajda şunları dile getiriyor: “Milli Mücadeleye destek olmak için canı pahasına savaşan Karakol Cemiyeti’nden Yenibahçeli Şükrü’ye, Hamza Grubu’ndan Yüzbaşı Seyfettin’e, Mim Mim Grubu’ndan Topkapılı Mehmet Cambaz’a selam olsun. İmalat-ı Harbiye’den Eyüp Bey’e, Berzenci Grubu’ndan Ahmet Berzenci’ye, Ferhat Grubu’ndan Mustafa İzzet’e selam olsun. Kuva’cı kahramanlar; Yahya Kaptan’a Ali Çetinkaya’ya, Şahin Bey’e, Sütçü İmam’a ve Ahmet Hulusi Efendi’ye selam olsun. Kadınlarımız Ayşe Çavuş’a, Halime Çavuş’a, Asker Saime’ye, Melek Hanım’a, Tayyar Rahime’ye, Kara Fatma’ya ve Gördesli Makbule’ye bin selam olsun. Daha önce Çanakkale’de, Conkbayırı’nda, Kemalyeri’nde ve daha sonra Adana’da, Maraş’ta, Sakarya’da, Urfa’da, Afyon’da, Antep’te ve İzmir’in dağlarında Mustafa Kemal’lere selam olsun, selam olsun, selam olsun…”
Klibin sonunda ise Haluk Levent’in dedesine değiniliyor:
“Dedem… Süleyman oğlu Diyap (1893- 1963)
Üç kardeşiyle birlikte 14 yıl boyunca Çanakkale, Yemen ve Sakarya’da savaştı. Kardeşlerden Gani şehit oldu. Diğer kardeş Yunus vücudundaki mermiyle 40 yıl daha yaşadı.
Bu ülke tüm şehit ve gazilerimize minnettar…”
Popüler bir yıldızın oyunu bu kadar zaman önce açıklaması ne kadar doğrudur, tartışılır. İşin iletişim ve itibar boyutundan bakarsak, “Yanlıştır” bile diyebiliriz. “Ama Amerika’da Hollywood starları hangi adayı tuttuklarını çok önceden belirtiyorlar” diye düşünebilirsiniz. Ancak orası ABD. Ve iletişimin dili evrensel değildir.
Klip içinde “hamaset abartılmış” denebilir ya da “O dönemden savaş sahneleri ve biraz da Atatürk koy üstüne bir marş oku; parsayı topla” diye olay küçültülmeye çalışılabilir.
Ancak bunların hepsi boş laftır. İletişim sonuç odaklı bir süreçtir. Haluk Levent’in klibi ciddî bir etki yaratmıştır ve propaganda filminde kediler, balıklar, kuşlar, kelebekler gösteren CHP’nin çok daha rahat kullanabileceği bir hamasettir bu yapılan… Siyasi iletişimde hamaset sıkça kullanılan bir yöntemdir.
Cem Yılmaz – Şahan Gökbakar er meydanında…
Aralarındaki tatlı rekabet şimdi de TV reklamlarında sürüyor. Şahan Gökbakar Halkbank, Cem Yılmaz ise İş Bankası’nın reklam yüzü olarak sinemadan sonra TV reklamlarında yarışıyorlar. Onlara sorarsanız, “Yok böyle bir şey” diyeceklerdir mutlaka.
Ancak reklam aynen sinemada olduğu gibi iş sonuçlarıyla net bir şekilde ölçülebildiği için ve de iki sanatçının kampanyaları aynı döneme rast geldiği için doğal olarak performanslar karşılaştırılabilir…
Denilebilir ki, sinemada senaryo gibi, kamera, ışık, senaryo ve diğer kast gibi pek çok yan faktör de devrede. Doğru. Aynı faktörler burada da söz konusu.
Sinemada izleyici sayısı üzerinden karşılaştırma yapılıyor ya burada da iş hedeflerine ulaşma üzerinden karşılaştırma yapılabilir aslında. Sahne performansında Cem tabii ki önde. Çünkü stand-up alanında Şahan Gökbakar hiç yok. Sinema seyircisi rekabetinde ise Gökbakar ile yarışmak zor. Recep İvedik 5 bütün rekorları sildi süpürdü. Cem sinemada çok başarılı oldu. Ancak İvedik rakamlarını yakalayamadı.
Cem Yılmaz’ın sihirli lambadan çıkan Cin’i canlandırdığı Maximum Kart reklamı çok şirin. Birkaç versiyonu var. Hepsi son derece sevimli, defalarca izlenebilir. Şahan Gökbakar’ın yurt dışı Halkbank şubeleri ve hizmetlerini konu alan reklam filmi de gayet etkili. Mesajı başarıyla taşıyor. Ben Cem’ciyim (ne demekse…) ama bu bir şey ifade etmez. İletişimde bir aracın beğenilmesi, hoş olması, akılda kalması, çok hatırlanması falan değil işlevini başarıyla yerine getirip getirmemiş olduğu yani hedeflenen davranış değişikliğini ne oranda gerçekleştirdiği, performans kriteri olarak ortaya çıkar. Bazen algı ve gerçek farklı olabilir. Biz gerçeği hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bankalardan birinin kalkıp “Biz hedefimize ulaşamadık” diyecek hali yok ya… Bu nedenle şimdilik, elimize konuyla ilgili güvenilir bir araştırma gelene kadar objektif gerçekle değil subjektif “algı” ile idare edeceğiz…
Zeytinyağı reklamının hası…
O ne başarılı oyunculuk… O ne başarılı yalın mesaj ve mesajı son derece net bir şekilde karşı tarafa ileten zeka dolu metin.
Alt tarafı bir zeytinyağı reklamı. Çekimin de pek bir özelliği, ekstradan dijital efektleri falan yok. Sekiz yaşında bir çocuk. Mutfaktaki yemek masasında. Yemek yiyor. Karşısındaki kameraya konuşmaya başlıyor:
“Merhaba. Ben Mert. Sekiz yaşındayım. İtiraf ediyorum. Pırasayı çok seviyorum. (Kısık sesle sır söyler gibi): Bence bu hiç normal değil… Her şey annemin Egemden’i çözmesiyle başladı. Egemden gerçekte zeytinyağıymış. Ege zeytinliğinden yapılıyormuş. E böyle olunca, annem Egemden’le bol bol yemek yaptı. Ben de hepsinden bol bol yedim. Ve çok sevdim.
En son geçen gün canım kereviz çekti.
Hadi, pırasayı geçtim. Kereviz ya!..”
Arada annenin yemeklere zeytinyağı dökerken görüntüsü. Masada zeytinyağı şişesi ve bilinen packshot…
Böyle okununca sıradan gibi görünen pek çok unsur bir araya gelmiş gibi… Ancak aslında yüzde 90 kadın hedef kitlesine hitap etmesi gereken bir reklamın benim de ilgimi çekmesini sağlayan iki temel unsur var: Birincisi seçilen çocuk ve muhteşem oyunculuğu. İkincisi, pırasa, kereviz gibi bizlerin sofrasında pek öyle öncelikleri olmayan yemekleri konu etme cesareti. Kereviz yani… Yemesini bırakın, kokusuna bile tahammül etmek zordur. Kerevizi bile sevdiren zeytinyağı… İşte yaratıcı zeka burada…
Reklamı kim çekmiş? Kim yazmış? Çocuk oyuncu kimmiş? Öğrenmek için Yudum’un web sitesine baktım. Egemden’den tek satır yok. Oysa ürünün adı Yudum Egemden değil mi… Talihsiz bir durum. Yine de kutlarım tüm iletişim ekibini.