Ajanslar birleşip güçlenmeli
İletişim danışmanlığı ajanslarının kendi ülkelerinde kurdukları meslek örgütlerinin üye olabildiği (bizden de İDA’nın) uluslararası çatı örgütü ICCO’nun iki yılda bir düzenlediği “Zirve”, 2014 yılında Hindistan’nın Yeni Delhi kentinde yapılmıştı. Zirveden etkili üç sunumu arkadaşlar bize iletmiş. Ülkemizdeki iletişim sektörü için derinlikli sonuçlar verebilecek sunumların ilki Bob Pickard’a ait. Dört PR ajansının (Citigate, Grayling, Huntsworth Health ve The Red Consultancy) bir araya gelip oluşturdukları The Huntsworth Group’un Asya-Pasifik Başkanı Bob Pickard’ın analizinin adı şu: “PR’s next big thing” (PR’ın bir sonraki büyük adımı) Pickard, Gayrı Sâfi Milli Hasıla’nın (GDP) gelecekte dünyada nasıl ağılacağına bakmış. Manzara diğerlerini ihmal edersek dört bölge için şöyle gözüküyor:
Tabloda net olarak görüleceği üzere iş – ilişki – iletişim dünyası için ışık Doğu’dan yükselecektir… Asya Pasifik için bir başka fotoğrafı da yer alıyor. Dünya nüfusunun yüzde 54,7’si bu bölgede bulunurken internet kullananların yüzde 47,5’i; sosyal ağları kullananların yüzde 52,2’si; cep telefonu kullananların yüzde 47,6’sı Asya Pasifik bölgesinde yaşıyor… “Topun olduğu yere değil olacağı yere koşmak gerekir” diyor Pickard. Verdiği diğer çarpıcı rakamlar ise şöyle: 2000 küresel şirketin yüzde 34’ü merkezlerini bu bölgeye taşımışlar. Fortune 500’de 188 şirket Asya Pasifik’tenmiş… Bob Pickard iki önemli konuya dikkat çekiyor: 1. Asya Pasifik’teki (bize sorarsanız Orta Doğu ve Afrika’daki de) şirketler ekonomik olarak çok güçlü olmalarına rağmen aynı şey itibarları için söylenemez. 2. Küresel iletişim şirketleri bu bölgelerde son derece başarısız oluyorlar… Sosyal medya çılgınca bir gelişme kaydederken PR endüstrisi için bir fırsat alanı oluşturuyor.
Asya’daki milyonları bağlayan ağlar şöyle sıralanıyor: KakaoTalk, QZone, Renren.com, Mixi, Ameba, Youku, Wechat, Line, Gree, T-sina, Kaixin,Nico Nico Douga, Cyworld, Tudou… Kullanım durumu da şöyle imiş.
Konuşmacı bir de hangi yıllarda hangi ülkelerin yıldızlarının parladığını sorgulamış ve şu tespiti yapmış “1800’lerde Britanya’nın; 1900’lerde Amerika’nın; 1980’lerde Japonya’nın; 2000’lerde ‘4 Kaplan’ın (Hong Kong, Singapur, Güney Kore, ve Tayvan); 2010’larda Çin’in” ve sormuş: “2020’lerde hangi ülkenin yıldızı parlayacak?” Ne yalan söyleyelim, içimizden “Türkiye” demek geliverdi…
Pickard’ın son yansısı şu başlığı taşıyor: “Batılı şirketler Asya’da iletişim konusunda neden çakıldılar?” Sonra da dokuz önemli neden sıralamış. Bu dokuz neden ders gibi… Bana, Türkiye’de yerli kültür ve değerleri benimsemeyen, doğru iletişim ekipleriyle çalışmayan, Türkiye’yi bir şekilde küçümseyen, Batı’daki merkezlerinde oturan Türkiye’den bihaber yönetim kadrolarının talimatı dışına çıkmaları yasak iletişim sorumlularının, Türk reklam ve PR’cılara kulak asmadan (daha doğrusu kulak asmaları merkezce engellenerek) burada iletişimi yönetmeye çalışan yabancı şirketleri çağrıştırdı. Tabii tam tersini yapan ve “yerli düşünüp yerel hareket etme” başarısı gösteren güçlü küresel markaları da…
İkinci ilginç sunum ise Kore’nin en büyük PR şirketi Medicom’un CEO’su KJ Lee’ye ait. Başlığı çok ilginç: “The Alliance of Independent Agencies Formed via alldependent” (“Hepsi birbirine bağımlı” bağımsız ajansların birliği)… Klasik, bilinen analog onun tabiriyle “Offline Network” anlayışını (Türkiye’de bizim reklam ve PR sektörleri henüz o noktaya dahi gelememiştir) eleştiren Lee, bağımsız ajansların bir araya gelerek kuracakları, kendisinin “virtual company” (sanal şirket) dediği bir yapının geleceğin ihtiyaçlarına yanıt verecek tek çözüm olduğunu söylüyor…
Lee, somut örneklerle bu “sanal” (Bizde bazen yanlış bir şekilde kullanıldığı gibi ‘dijital’in karşılığı değil ‘virtual’ın karşılığı olan ‘sanal’) network şirketinin nasıl hizmet vereceğini, yerelle küreselin nasıl birleştirileceğini anlatmış. Üçüncü sunum ise Edelman’a ait… Başlığı da şu: “11 Rules of Conducting Successful PR in Emerging Markets”(Gelişmekte Olan Pazarlarda Başarılı PR Çalışması Yürütmenin 11 Yolu)… Bütün bu sunumlar ünlü bir Japon PR şirketinin Türkiye’de PR alanında yatırım yapmak üzere memlekete gelip görüşmeler yaptığı zamanki tespitini getirdi aklıma. Büyükçe PR ajanslarımızdan birinin sahibine demişti ki: “Çok küçük ve güçsüzsünüz. Birleşin birkaçınız öyle gelin, o zaman sizi almayı düşünebiliriz…” Bu çok aşağılayıcı bir tespitti. Ancak gerçeklerden de uzak değildi. Toplam PR sektörümüzün cirosu İngiltere’deki ortalama bir tek PR ajansı kadardı. Buna rağmen Türkiye için de PR ve reklam sektörü için de gelecek yıllar için bir umut ışığı belirmiştir. Çünkü ekonomik ve sosyal açıdan dünyanın ağırlık merkezi bütün düşünürlerin ve siyaset erbabının tespit ettiği gibi
bölgemize ve Doğu’ya kaymakta. Bu bir fırsattır… Türk ajansları karar vermek zorunda kalacaklar. Ya diğer küresel kuruluşların peşine takılacaklar (ki mevcut durum bu doğrultudadır) ya da birleşerek güçlü yapılar halinde oluşturacakları network’lerle bölgeye ve Doğu’ya açılacaklar. Sermayesiz kurulan, yurt dışındaki operasyonları derme çatma ilişkilerle yürütmeye çalışan güçsüz yapıların gelecek beş yıl içinde esamesinin okunmayacağını şimdiden söylemek müneccimlik olmayacaktır.
Samsung ve Filli Boy a’dan dersler…
Bu kadarını pek az gördüğümü teslim etmeliyim. Sadece ilk izlediğimde gözyaşlarıma hâkim olamamakla kalmadım; neredeyse her izlediğimde boğazıma bir şeyler düğümlendi durdu… Samsung’un “Türkiye Duyan Eller Projesi” ile ilgili yaptığı çalışmadan, internette izlenme rekorları kılan o filmden söz ediyorum… Bir de Teknosa’nın anneler günü için çektiği film benzer bir etkiyi tetiklemişti.
İçerik hiç de yeni değildi aslında. Bir oyun oynanacaktı. Bir tür kamera şakası. İşitme özürlü bir delikanlının ablası ile anlaşıp bir kurguyu sahneleyen çok sayıda oyuncu… Bunların hepsi bir ay boyuna eğitime tâbî tutuluyor. Sonra da iki kardeşin evlerinden çıkıp oraya buraya uğrayarak başladıkları gün içinde karşılaştıkları herkes delikanlıyla işitme engellilerin kullandığı işaret diliyle hitap ediyorlar. Finalde ise Samsung’un işitme engellilerin diliyle hazırlanmış ve delikanlıya hitap eden bir canlı reklam pano ekranla durum anlatılıyor. Anlatmakla olmaz. İzlenmeli…
Samsung’u kutlamak gerek… Ekonomik olsun diye ya da merkezi iletişimi yönetimi saplantısı içinde yurt dışında çekilmiş reklam filmlerini tercüme edip TV ve sinemalarda oynatan, sonra da neden haber olmuyor diye hayıflanan yabancı şirketler inşallah biraz olsun ders alırlar bu başarıdan. Geçen ayın bir başka duygusal iletişim zirvesi ise Filli Boya’nın marka adını vermeden tüm kanallarda yayınlanan ve sağ alt köşede #Özgecaniçin “hashtag”li ekran karartma filmiydi… Firma’nın kendisine yapılan röportaj tekliflerini de kabul etmeyen genç yöneticisi Gözde Akpınar Hanım, “Az olan fazladır” ve “Vazgeçmek özgürlüktür” deyişlerinin simgesi haline geldi… O da, “Uyanık fırsatçı spindoctor” PR’cılar konusunda sağlam bir ders verdi…